"Hep böyle soğuk musundur?" diye gözünün ucuyla bana bakan korumaya sorumu yönelttim. Hava oldukça soğuktu ama ben yine vazgeçilmezlerimden olan mini serilerimden birini giyinmiştim. Şimdiyse arkadaşlarımı beklerken sıkıntıdan patlamamak adına gece kulübünün korumasıyla laflıyordum. Düzeltiyorum, laflamaya çalışıyordum.
Koruma istifini bozmadan tekrar önüne bakmaya başladı. İşte İngilizlerin sorunu tam olarak da burada yatıyor. Lütfedip cevap bile vermezler. En hassas yerlerine tekmemi geçirip, "Leydi ve Lord zamanlarını geçeli çok oldu. Artık İngilizler haricindekilerinde insandan sayıldığını öğrenin." diyesim çok geliyor zaman zaman. Böyle zamanlarda da Türkiye'yi çok özlüyorum. Sadece tek bir soruyu yönelt ve ardından sürpriz bir şekilde akraba çıkıverin. Özellikle kaybolduğunuzda size verdiği tarifle ara sokaklarda resmen tura çıkıyorsunuz. Tamam, buna bayılan bir tek ben varım sanırım ama elinizde var olan akıllı telefonlardaki haritaları unutuyorsanız bu da sizin sorununuz. Yeni nesil için teknoloji Facebook, Twitter, Whatsapp veya Tumblr'dan ibaret olunca haliyle...
Sinirle ve üşümüşlüğün verdiği uyuşuklukla sıcak nefesimi hızla havaya üfledim. Kollarımı kavuşturup ellerimle kendimi ısıtma çabasına giriştim. Lanet ülkenin havası bile gavur soğuğu yahu! Resmen biz Türklere düşman hava icat etmişler, olmuş! Sanki herkesin içinde gizli bir postu var da, beni yüce yaratan iskeletten ve garip çalışan organlardan icat etmiş gibi...
"Mısra!"
Sevinç ve kızgınlık karışımı bir suratla sesin sahibine döndüm. Karşıdan bana koşarak gelen Gabby'e baktım. Ah, benim biricik çocukluk arkadaşım. Yarı Türk, yarı İngiliz arkadaşım. Sevdiğim tek İngiliz kanı taşıyan kişi diyebilirim. Her zamanki gibi hafif bir sırıtışı suratında yoktu. Aksine endişeden gerilmiş yüz ifadesine sahipti. Yüzüne doğru düşen koyu kumral saçını gergin bir hareketle eliyle arkaya doğru itti. Yanıma ulaştığında nefes nefese bile değildi. Bu olayını her sabah 2 saatlik koşusuna, o iğrenç içecek karışımına, sürekli dengeli beslenmesine ve 4 yaşından beri dövüş eğitimiyle uğraşmasına bağlıyorum. Zaten üşenmeden saydığım kaslarını da buna bağlıyorum. Kardeşim gibi sevmeseydim çoktan alnına 'Benim' yazan damgayı basmıştım. Kaderin babaannesi gerçekten de kaşar. Göz ucuyla korumaya baktığımda bizimle ilgilenmediğini fark ettim. Kendi bilirdi. Tekrar önüme döndüm.
Dudaklarını yalayarak omuzlarımı dikkatlice tuttu. Sanki birazdan ölüp gidecekmişim ya da düşüp bayılacakmışım gibi sıkıca tutması da cabası. Yüzü endişeden dolayı renk pigmentlerini kaybetmiş şekilde beyazdı. Kaşlarımı çatıp kahverengi gözlerimi onun kahverengi gözlerine diktim. "Neler oluyor Gabby? Ne bu hâlin? Gören biri öldü sanacak." Bu dediğime sadece kendim güldüm. Onun da gülmesini bekledim ama bana hüzünle bakmaya başladı. "Gabriel?" Cevap yok. Ah, hayır!
Birden kanımın çekildiğini hissettim. Artık üşümüyordum ve aksine üşüme yerini içten içe başlayan bir yanmaya bırakmıştı. Hızla öne doğru atılıp beyaz gömleğinin yakalarını avcumda buruşturdum ve sert bir şekilde sarsarak bağırdım. "Cevap versene, aptal! Bön bön bakma bana! Aliana'ya mı bir şey oldu?"
Aliana, bizim diğer çocukluk arkadaşımızdı. Gabriel hariç, Aliana ve ben aile nedenlerimizden dolayı başka bir ülkede büyüdük. Hiçbirimiz asla birbirimize neden burada olduğumuzu sormadık. Çünkü, hepimizin gizlemesi gereken bazı şeyleri vardı ve buna saygı duyuyorduk. Acılarımızı beraber olup kahkahalarımıza gömdük. Ben yine daha somurtkan kalırdım yanlarında. Aliana ise farklıydı. Arkadaş grubumuzun en zayıf halkası Aliana olduğu için bizden daha neşeliydi. Zayıf olmasının nedeniyse Aliana'nın sağlık sorunları olmasıydı. Kalbi görevini düzgün yerine getiremiyordu, kronik astım hastalığı ve düzenli olarak bayılmaları vardı. Onun bu hastalığı ise ailesinden kalıtımsal şekilde ona kaldığını düşünüyorduk, çünkü bize annesinin de erken yaşta öldüğünü ve çok hasta olduğu için olduğunu söylemişti. Açıkçası her an ölecekmişiz gibi düşünüyorduk.
Gabriel başını iki yana sallayarak omuzlarımdaki ellerini belime indirdi. "Hayır," dedi. "Aliana, şu an gayet iyi."
Derin bir nefes alarak endişeden dolayı ne zaman tuttuğumu bilmediğimi nefesimi gürültüyle bıraktım. Gözlerimi ona çevirip omzuna sinirle şaplak attım. "Neden beni korkutuyorsun o zaman? Ben de önemli bir şey oldu sandım."
Bana uzun uzun baktı. Sonunda konuştuğundaysa hiç konuşmamasını diledim. Zamanı geri almayı diledim. Beni taşıyamayan dizlerimden nefret ettim. Başımı göğsüne yaslayıp bana sarılan Gabriel'e lanetler okudum. Yaşlar boşanan gözlerime lanet okudum ve en önemlisi böyle iğrenç bir kadere sahip olduğum için isyan ettim. Kulaklarımda sürekli yankılanan cümleden ise deli gibi korktum.
"Ailen, büyük bir patlamada öldü, Mısra."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Evet! Uzun bir giriş bölümü oldu. Sanırım -sanırım değil, bariz öyle- ben sayfalarca yazmayı seven biriyim. Çenemin gücünü parmaklarıma aktardım bugün :D Hayal gücüme sağlık.
1. Bölüm iki güne gelir. İyi okumalar! :')
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH MELODİ
Teen FictionBir kız düşünün. Kirli kişilerin içinde temizliğini koruyan. Bir erkek düşünün. Tüm varlığı karanlığı en hüzün verici tonlarında olan. Ve bir kader düşünün. Bırakılan vasiyetle ak ile karayı buluşturan. "Ben, Mısra Elçinoğlu. Şu andan itibâren amac...