Bölüm 3

57 1 1
                                    

Bilincim yerine geldiğinde gözlerimi açmadan bir süre etrafı dinledim. Sessizdi. Gözlerimi kendi yatağımda yatıyor olma umuduyla açtım ama her şey aynıydı. Tek fark etrafta kimsenin olmamasıydı. Oda benim gerçek odamın 2 katı kadardı. Yatak çift kişilikti ve örtüler bembeyazdı. Sadece başımın üstünde altın sarısı tüller sarkıyordu. Hafifçe doğruldum ve oturur pozisyonda yatakta kaldım. Tam karşımda bir pencere vardı ve açık olan camdan içeri tatlı tatlı bir esinti süzülüyordu. Pencereden gelip yüzümü yalayan bu rüzgara istemsizce gülümsedim. O sırada kapı hafifçe tıklatıldı ve açıldı. Gözlerimi gelen kişiye diktiğimde biraz önceki kadının sıcacık gülümsemesiyle karşılaştım:

''Kendine geldin mi tatlım?''

Ben cevap vermeyince yavaşça yanıma geldi ve yatağa oturdu. Bakışları yüzümü hafızasına alır gibi tararken elimi avcunun içine aldı. Bir süre bir şey demeden oturdu ve sonra derin bir nefes aldı:

''Eskiye dair bir şeyler hatırlıyor musun?'' dedi gözlerinin yavaşça dolduğunu farketmiştim.

Başımı tereddüt etmeden sola sağa salladım çünkü eğer hatırladığımı söylersem bana bir çok soru soracaklardı ve onlara gelecekten geldiğimi söyleyemezdim değil mi? Beni direk akıl hastanesine kapatırlardı. Tabi öyle bir yer varsa. Eskiden akıl hastalarına yapılan muameleleri hatırlayınca ürperdim. Kadının bakışları da gülümsemesi kadar sıcaktı. Size öyle baktığında uzanıp sarılasınız geliyordu:

''Peki. Sana soru sorup seni bunaltmak istemiyorum. Burada artık bizimlesin seni sonunda bulduk ya bundan önce nerede kimlerle yaşadığını hiç umursamıyorum.''

Sonunda çatallaşan sesimle konuştum:

''Bana torununuz olduğumu söylediniz. Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? ''

Eliyle gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına yerleştirdi:

''Anneni hatırlasaydın ne kadar benzediğinizi sen de bilirdin yavrum. Yüzüne bakınca ilk başta seni Anna sandım.'' Üzüntüyle kafasını yere eğdi ''Ama delirmediğim sürece kızımın tekrar hayata dönmesi nasıl mümkün olurdu? Bir torunumuzun dünyaya geldiğini biliyorduk. Seni her yerde aradık ama bulamadık. Umutlarım tükenmişken 18 yıl sonra karşımda oturuyorsun işte.'' Tekrar bakışlarını bana çevirdi '' Sen o huysuz ihtiyarın söylediklerini kafana takma. O da elbet senin torunu olduğunu biliyor. Hele bu kolyeyi gördükten sonra hiç şüphe kalmadı. Bu kolye Anna'mıza aitti. Boynundan hiç çıkarmazdı. Tek çocuğum olan Anna'yı kaybettim. Tek torunum seni de kaybedemem. Artık burada bizimlesin''

Kafamdaki binlerce soru yetmiyormuş gibi üst üste yenileri ekleniyordu. Bu kolye babamındı eğer doğruysa bu kolyeden annemde de nasıl olabilirdi? Ayrıca her şey doğruysa babam bu kolyeyi kullanarak geçmişe gelmişti  ve annemle de öyle tanışmış olmalıydılar. Peki o zaman neden geri döndüler? Neden burada yaşamadılar ki? Yaşlı kadına bakıp hafifçe gülümserken kararımı vermiştim. Bir dahaki dolunaya 1 ay vardı ve elbet bu bir ay içinde kafamdaki her sorunun cevabını bulacaktım. Bu süre zarfında en azından bir aileye sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu tatmak istiyordum. Senin kanından olan sana sıcacık bakıp sıcacık gülümseyen birilerinin olması... 

***

Gıcırdayan merdivenlerden inerken yavaş ve sessiz olmaya çalışıyordum. Çünkü hala her yerden 'Bir şey mi istediniz hanımefendi? Bir şey mi arıyordunuz hanımefendi?'' diye çıkan hizmetçilere alışamamıştım ve bir de beni gördükçe yüzünü ekşiten o ihtiyar vardı. Yemek salonuna giderken bir kez daha odaların tavanlarındaki işlemelere hayran kalmıştım. Özellikle holdeki tavana. İçeri doğru yıldız şeklinde oyulmuş ve her oyuğa desenler çizilmişti. Gözlerim tavanda yürüyorken bir anda odadan çıkan biriyle çarpıştım. Çarpmanın etkisiyle bir iki adım geriledim ve sinirle çarptığım kişiye baktım. Kafamı kaldırdığımda kollarını brbirine dolamış kapı pervazına yaslanmış bir çift ukala gözle karşılaştım:

DOLUNAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin