Bir Çocuk Görüyorum

293 11 5
                                    

Artık ara sokaklarda polise yakalanmadan geçmek için çabalamak çok yorucu geliyordu. Kaçmaktan bıkmıştım. Sürekli haberlerde kendimi görmekten, ARANIYOR yazılarından bıkmıştım. Bir çıkış yolu istiyordum. Beni düştüğüm bu kuyudan bir ip misali çekip çıkaracak, karanlık sokaklarda bir ışık olup yolumu gösterecek, çıkmaz sokakları bir dinamit gibi batlatıp yolumu açacak... Beni bu yalnızlıktan kurtaracak bir çıkış yolu. Ama ne, kim, nerede?

Artık istemiyordum. Katil Arthur Mark Sea'yi istemiyordum. Artık aynaya bakmak bile ayrı bir acı veriyordu bana. Aynalara bakmak istemiyordum. Çünkü her aynaya baktığımda normal insanların aksine kendimi görmüyordum.

Aynaya baktığımda umutsuz, kalbi kırılmış, korkmuş bir çocuk görüyordum. Yorgun, yaralı bir bacakla ne yapacağını bilmeden, zamanı geri almayı her şeyden çok isteyen bir çocuk. Yağmurun atında sırılsıklam olmuş, ağlamaktan gözleri şişmiş, bir saniye içinde her ne kadar mükemmel olmasa da güzel olan hayatı cehenneme dönüşmüş bir çocuk. Önüne çıkan bütün fırsatlara inanabilecek bir çocuk. Hayatı dramatik bir sahne ile altüst olmuş bir çocuk... Ben aynaya baktığımda bu çocuğu görüyordum işte. 17 yaşında bir çocuk. Daha doğrusu çocuk gibi bir adam. Çocuk gibi merhamet dileyen, hiç kimseye zarar vermek istemeyen ; çaresizce koşan, koşan ve tekrar koşan... Ben aynaya bakınca pişmanlıklarımı görüyorum.

Gözlerimi açtım. En son hatırladığım şey düşüncelere dalmış bir şekilde ara sokaklardan ilerlediğimdi. Ellerim ceplerimde çıkmaz bir sokağa gelmiştim. Duvarda yazan isyankar yazıları okurken bir yandan da düşünüyordum.
Sonra kafama aldığım darbe ile bilincimi kaybettim. Beni zayıf noktamdan vurmuşlardı. Beni tam da pişmanlığımı düşünürken yakalamışlardı. İşte... Pişmanlığım yine bir pişmanlık daha doğuracağa benziyordu. Ama belki de öyle olmazdı. Belki bu bana yeni bir hayat şansı tanırdı.

Etrafıma baktım. Oda soğuk ve parlaktı. Bembeyaz ışık gözlerimi alıyordu. Burası bir hastane gibiydi. Serum kokuyordu ama sanki hastane değil gibiydi de. Işığın gözüme gelmesini engellemek için elimi kaldırmaya çalıştım. Ama bir şey elime bastırıyordu. Kafamı yaklaşık yirmi derece kadar kaldırdım ki daha fazla kalkmıyordu. Ellerim ve ayaklarım demirlerle düz, fazla düz, soğuk masaya bağlanmıştı. Birden sesler duymaya başladım. Ayak sesleri. Erkeklerin giydiği hafif topuklu ayakkabılardan...

Birden kapı açıldı. Yine başımı yirmi derece kaldırdım. Labaratuar önlüklü, saçları jilet gibi simsiyah ve taranmış biriydi gelen. Yemyeşil gözleri vardı. Yavaş ve soğukkanlı bir şekilde labaratuar tüplerinin olduğu tezgahın arkasına geçti. Tüpün içindeki hafif lacivert ve bordo karışımı sıvıya baktı.

"Sen de kimsin?" dedim kafamı sert yatağa koyarak.

"Merhaba" dedi bana yaklaşarak. Çok laubaliydi. Ayrıca çok da sakindi ve bu benim sinirimi bozuyordu.

"Ben Doktor Jimy John Johnson. Ayrıca bir laborantım."

"Benim burada ne işim var" dedim ellerimi kıpırdatarak. O kadar sıkılardı ki kangren olmaktan korkuyordum.

"Sen bir seri katilsin. Sen bir canisin. Onca insanı katlettin. Sen bir canavarsın. Aynaya nasıl bakıyorsun anlamıyorum."
Aynaya bakamıyordum zaten ama bunu söylemedim. Her zamanki gibi küçümseyici ve kibirliydim. Laubali olma sırası bendeydi.

"Bana bilmediğim bir şey söyle." Adam labaratuar önlüğünün kollarını düzeltti.

"Bana seni öldürme görevi verildi. Daha doğrusu zehirleme. Ama ben seni bir deneyimde kullanacağım." Ona baktım. Gerçekten bu adam fazla aşağılayıcıydı.

"Adamım ben bir deney faresi ya da denek değilim. Bunu yapabileceğini kim söyledi?"

"Ben söylüyorum" diyerek omuz silkti doktor.

"Eğer işe yararsa serbest kalırsın. Ama yaramazsa..." Soru sorarcasına baktım.

"Ama" diye tekrar etti.

"Yaramazsa eğer bütün dünya senin gibi bir canavardan kurtulacak. İkisi de benim işime gelir. Ama sen yaşamak istersin diye düşünüyorum." Sıvıyı bir tüpten diğerine aktardı ve onu şırıngaya koydu. Şırınganın ucuna kocaman ve kalın bir iğne taktı. Fazla kalındı ve ilk defa ürpermiştim. Bana doğru yaklaştı. Gömleğimin ilk beş düğmesini açtı.

"Ne var bunun içinde?"

"Bu bir tür vampir zehri. 1900 yılında bilim adamı Antonio Pab bulmuş. Bir vampirden almış daha doğrusu... Bir insana enjekte etmiş. Bende de karışımlarla ilgili birçok deney yaptım. Bu karışımı bulunca denemek için sağlıkla ilgili her türlü yerden izin almaya çalıştım. Ama insanların genleriyle filan oynamak yasakmış. " Tam kalbimin üzerine yaklaştırdı iğneyi.

"Son sözünü söyle haydi de işimiz çabucak bitsin."

"Canın cehenneme!"

"Benim için sorun değil." dedi ve iğneyi kaldırıp kalbimin üzerine saplayıverdi.

Kana Susamış Katil (Kasuka 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin