***
Gecenin bir yarısı, bir rahatsızlıkla uyandı, Defne abla. Uykusundayken bile içine sevmediği bir his doğdu. Ne sebebini biliyordu, ne nasıl gideceğini. Ne yapacağını da bilmiyordu. Kötü hissediyordu ama hangi anlamda kötü, onu da bilmiyordu. Peki ne yapmalıydı? Ah, bunuda kesinlikle bilmiyordu. En azından biraz iyi gelir düşüncesiyle kalktı, ve yüzünü yıkamak için lavaboya girdi. Soğuk suyla yüzünü yıkarken, uykusu çoktan açılmıştı. Saat kaç, onu bile bilmiyordu.
Lavabodan çıktıktan sonra bir bardak su içmek için mutfağa girdi. Dolaptan bir bardak, ve tezgahın sonunda duran su şişesini alıp, bardağın içine su doldurdu. Suyu da kafasına dikti fakat yine de o kötü his vardı içinde. Bir endişe vardı sanki. Öyleyse, sebebini bile bilmiyorken, nasıl endişelensin ki?
Mutfaktan çıkıp tekrar odasına gittiğinde, komidinin üstüne koyduğu kol saatine baktı. Geç olmuştur diye tahmin ediyordu fakat saat daha yeni 23:00'a geliyordu. Uykusunun kaçmasıyla ne yapacağını bilemedi. Kendisini tanıyordu ve şimdi şuan uykusunun kaçmasına rağmen uyumaya çalışsa, uyuyamıyor diye sinirlenmekten başka bir şey yapmayacaktı. Oysa, uyuması gerekiyordu. İşe gidecekti ve bu yüzden uykusunun gelmesini bekleyemezdi.
Ne yapacağını bilemeyerek odasından çıktı tekrar Defne abla. Eylül'ün odasının kapısının koluna elini koyduğunda, içindeki bu kötü his biraz daha şiddetlenmişti. Hala bu hissin sebebini bilmiyordu. Hatta yavaş yavaş, korkmaya da başlamıştı.
Kapının kolunu yavaş yavaş indirdi, ve ittirerek araladı. Odaya bir adım atmasıyla beraber, karanlık olduğu için ışığı açması aynı anda gerçekleşti. Bakışları otomatikman yatağa kayarken, Eylül'ü göremedi. Eylül yoktu. Peki neredeydi? Sevdiği adam tarafından kabul edilmeyen, kovulan, istenmeyen o kişi, şuan nerede hangi çaresizliğiyle kime sığınıyordu ki? Sığınacak bir dalı kalmış mıydı? Onun tek sığınağı, onu kabul etmeyen, kovan, istemeyen o adam değil miydi? Başkasına sığınması mümkün müydü? Ah, kesinlikle bu soruların yanıtı çok basit. Eylül Güven için o adamdan başkasına, değil sığınmak, başkasını hayal etmek bile, düşünmek, aklından geçirmek, hiç bir şey imkansız değildir sözüne tepki olarak gelen bir imkansızlığa sahipti. Peki, ne yapıyordu, neredeydi şuan?
"Allahım sen aklıma mukayyet ol," deyip odadan çıktı Defne abla. "Eylül? Neredesin kızım?"
Bağırmalarına rağmen, hiç bir cevap gelmiyordu. Evin bütün odalarını gezdi. Az önce kendisi lavaboda olmasına rağmen, yine de girip baktı. Fakat orada da değildi. Lavabodan çıkıp mutfağa da girdi, orada da yoktu. Odaları gezdi, kapıların arkasına dahi her yere baktı. Yatağının altına olsun, dolaplara olsun. Bir umut, saklanıyordur diye bir umut. Lakin yoktu. Eylül, evde yoktu.
Tekrar odasına dönüp telefonunu aldı. Eylül'ün numarasını çevirdiği sırada, belki kapının önündedir, veya hava almaya çıkmıştır diye, evin kapısını açtı ve dışarı çıktı. O arada telefonu çalıyordu ama açan kimse yoktu. Eylül telefona da çıkmıyordu.
"Aç şunu aç," diye kendi kendine söylenirken Defne abla, etrafta biraz geziniyordu. Arka bahçe tarafına gitti, oralara bakındı. "Eylül? Burada mısın?"
Ses yoktu. Sesi bırak, kimse yoktu. Gece vakti kim olurdu ki? Hafta içinde. Yarın hem okul, hemde iş vardı. Defne ablanın da şuan uyuması gerekiyordu, Eylül'ünde. Ama Eylül evde yoktu ve Defne ablanın bu durumda uyuması, hiç bir şekilde mümkün olmazdı.
Tekrar eve girerken, Eylül'e ulaşılamadığı için telefon kendiliğinden kapandı. Fakat Defne abla rahat bırakmadı. Evin kapısını kapattı ve tekrar aradı. Telefonu kulağına götürüp çalmasını bekledi. Fakat o da ne? Bir ses geliyordu. Peki, ne sesi? Eminim bunu Defne abla da çok merak ediyordu çünkü sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başlamıştı. Ses gittikçe yükselirken, tedirginleşip, korkmaya da başlamıştı. Evde biri mi vardı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek Ömrü
Ficção AdolescenteHissettiği aşk duygusuyla bir bütün olan genç kadının, sevdiği adam tarafından hiçe sayılmasıyla başlayan hikaye.