Aurora – Half The World Away
Söğüt ağacının efsanesini duydunuz mu hiç?
Duymadıysanız, anlatayım. Duyduysanız, beni yine de dinlemenizi rica edeceğim. Öyle Yunan veya Kelt mitolojisine hiç girmeyeceğim, inanın bizim kasabada kimse mitolojiyi sevmez, bilmezler bile. Bizim kendi masallarımız, kendi öcülerimiz, kendi hortlaklarımız vardır. Hiç de iyi bir perimiz ya da prensesimiz yoktur.
Anlatılanlara göre söğüt ağacı zamanında çok yüce, çok büyük, ihtişamlı bir ağaçmış. Öyle ki gölgesine evler kurulur, altında koskoca bir yaşam akıp gider, o yine de dimdik dururmuş ayakta. Ancak öyle bir şey varmış ki bu söğüt ağacının boynunu büken, koskoca bir asır dimdik durmuş olsa bile en sonunda dayanamazmış. Yüreğin kaldıramadığı bir acıyı öylesine güzel bir ağaç nasıl kaldırabilirdi ki zaten?
Aşıkların durak yeriymiş bu söğüt ağaçları. Yapraklarının gölgesinin altında, kokusunun içinde gizli gizli çok buluşurmuş aşıklar. Birbirlerini saatlerce, günlerce, haftalarca beklerlermiş. Ancak bu aşıkların hiçbiri buluşamazmış, söğüt ağaçları da yürekleri sızıyan onca insanın ömrünün yitip gitmesine seyirci kalır, acı bekleyişlerine ortak olurlarmış.
Kavuşamayanların ağacıdır söğüt ağacı. Bu yüzden yaprakları eğri, boynu büküktür. Çok acı biriktirir bu ağaçlar içlerinde. Kavuşamayan aşıkların bütün kalp kırıklıklarına, hüzünlerine ev oldukları için salkım salkım sarkarmış dalları.
Bu sebepten ötürü bizim bu balıkçılıkla geçinen, havası hep bozuk, canı kaçık ufak sahil kasabamıza Söğüt derler. Çünkü bu kasabanın deniz feneri de, onun hemen yanındaki söğüt ağacı da çok fazla yitiş görmüştür, veda görmüştür. Sadece aşıklar değil, birbirini seven kimse kolay kolay kavuşamaz burada. Yalnızlığa ve sürekli bir arayışa ev sahipliği yaparız, dalgalarını hırçın bir şekilde kıyılarımıza vuran deniz bizden çok şey götürmüş, hiçbirini geri getirmemiştir.
Fırtınalı bir kasım gecesi, benden babamı almıştı.
Merak etmeyin, zaten düşünmeyi hiç mi hiç sevmediğim bu konuyu uzatarak sizi çok üzmeyeceğim. Evet, buruklukla dolu yalnız bir çocukluk geçirdim ancak hayatım yalnızca hüzünden ibaret değil. Her ne kadar yılın dokuz ayı zorluk çeksek de, bütün bu kasvetin yanısıra bu kasabanın yaz ayları kadar güzelini göremezsiniz. Fevri denizimize bir durgunluk gelir, söğüt ağacımız çiçeklerle dolar taşar, çocuklar kasabanın sokaklarına dökülür, eğlencelerimiz başlar ve her şey canlanır.
Ben, Byun Baekhyun. 22 yaşında, hasta annesine bakabilmek için okulu bırakıp abisiyle çalışmaya odaklanmış ve Söğüt'te doğup büyümüş, buradan başka hiçbir yeri görmemiş, buradan başka hiçbir yere adım atmamış biriyim. Nispeten can sıkıcı olduğum söylenebilir. Hayatım yalnızca annem, abim, kasabanın kedileriyle köpekleri ve tek arkadaşım olan, bana nasıl bu kadar düşkün olduğuna hiçbir zaman anlam veremediğim, çocukluğumun neşesi ve gençliğimin parıltısı, kasaba halkının favori oğlu deniz yıldızı Park Chanyeol'den ibaret.
Tam şu an başını omzuma yaslamış, kulaklığının teki benim kulağımda, beraber müzik dinlemekte olduğum Park Chanyeol. Doğrusunu söylemek gerekirse onca yılda hala kabullenememiştim benimle neden arkadaş olduğunu, kendisinin kocaman bir arkadaş grubu varken benim gibi birinin yanından ayrılmak nedir bilmiyordu. Kabullenemesem de alışmıştım elbette, ona çok minnettardım o ufak Baekhyun'un elinden sıkıca tuttuğu ve kaybolmasına izin vermediği için.
Bir süre önce içine adımımızı atmış olduğumuz yaz, yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamış ve içime oturan onca melankolik hissi neredeyse söküp atar olmuştu. Güneş ışıkları, yaralarımı lekeleyen gölgenin üzerine vurdukça rengim açılıyor, yüreğim hafifliyordu. Deniz fenerinin biraz ilerisindeki kayalıkların tepesinde olan eski banka oturmuştuk, önümüz alabildiğine deniz ve gün batımıydı, hava esmeye başlamıştı. Wildfire çalıyordu bir kulağımda, diğerinde ise martıların ve sakin dalgaların senfonisi yankılanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Feneri
Fanfiction" "Buradan gitmeyi hiç istemem." "Ben de." "Neden ki?" Bir şey demeden bana baktı,bir süre sonra "Ya sen neden?" dedi. Ben de cevap vermedim. Cevabımı biliyormuş gibi baktı, hiç söylemesem de olurmuş, hiç konuşmasam bile beni anlarmış gibi. Sıcak hi...