Yıldızları görmek için göğe bakmama gerek olmadığını anlamam bundan ne kadar zaman önceydi bilmiyorum. Fakat gözler. Yeryüzündeki yıldızların evi, kavruk-buğday bir tene süs, bana bir cefa bahçesi olan, binbir turna kuşunun binbir seste ötüşü, cennet akan bir çift siyah inci. O inciler benim dizlerimi kanatıyor, yokuş yukarı koşar gibi kalbimi titretiyor. İşte diyorum önümde duran çiçeğe beni duyabileceğine inancım tamken, işte şuradaki inciler bir zamanlar onun gözleriydi. Çiçek saniyeler içinde gözlerimin önünde soluyor, boynunu büküyor utana sıkıla. Ondan güzeli görmemiş bunca zaman. Onu anlattıkça kırılıyor köklerinden. Koku diyorum sonra, Tanrı onun o yangın yüreğine gök sığdırmış. Teni gök kokuyor güzel çiçek. Kalbine bastırdıkça ruhumu, ruhum göğe değiyor. Nasıl bir yangındır ki bu, öpüşleri deniz, gülüşleri pek derin. Boğulmamak olanaksız. Ama bu bir yangın. Okyanusların tam ortasında, koskoca dalgalarla sarmaş dolaş olan benim, onun uğruna yanışım. Onun suretine olan hasretimin, tek gülüşüne sönüşü. Bu aşk çiçek. Bu bir tutku. En derininden.
Eskiden, çok da eski değil ama eski işte. Özleyeceğim kadar eski olması eski demeye yeterdi. Annemin olduğu zamanlardı ve kısa bile olsa geçen zaman uzun geliyordu bana. O zamanlar vişne toplardım dallara çıkıp ve elimde küçük bir sepet olurdu. Annem derdi bana, büyük sepeti al inip çıkma öyle. Devam ederdi, yorulacaksın. Bunu her inişimde derdi ve ben önemsendiğimi hissetmek adına her defasında küçük sepeti alırdım. Annem güzel yüzünü çevirir bana, gözleri kısılıp da gözükmeyene dek gülümserdi. Delisin çocuk sen derdi, delisin ama güzelsin. Gülerdim ben de, güzelsin anne derdim.
Topladığım vişneleri alır kuruturdu. Ben taze hâlini severdim ama annem kuruturdu. Sonra suda yumuşatırdı. Salamuraya yatırırdı. Reçel yapardı o vişnelerden. Saatlerce oturur kazanda vişnelerin kaynamasını izlerdim. Bazen bunca zahmet ağır gelirdi anneme. Zaten kolay yorulurdu. Eli kolu dermansızdı. Fakat yoksulluktu işte.
Kuru vişneleri paketlerdi. Sonra bir araba gelirdi. Nereye götürüyorsunuz derdim, ben topladım onları. Sen oraları bilmezsin çocuk derlerdi bana. Oysa avucumun içi gibi bilirdim. Erişemediğim şeyler hep değerli gelirdi, ben de dünyayı avucumun içi gibi bilirdim. Rusya olmalıydı gittikleri yerler, topladığım vişnelerin. Çünkü orada vişne olmazdı pek, muhtaç kalırdı reçel yemese oradakiler, bir çocuğun elleriyle topladığı bir avuç vişneye. Gönül koyardım o mavi kamyona, ama arkasındaki çıkartmalar gülümsetirdi beni, sarı uçurtmalar. Uçurumlara karşı gelen, sarı uçurtmalar. Babası Alman, annesi Damyang'lı olan Paul'da olan uçurtmalardan. Ama sarısından.
Kıskanmazdım. Ama olsaydı ne de güzel olurdu.
Gözümün kaldığını bilirdi annem. Yüreğini temiz tut derdi. O gün bugündür kendime bunu derim zaten. Yüreğini temiz tut ve kavuşabileceğin hayaller edin kendine. Tohumu iyilik olsun, gerisi boş.
Son cümlemi dışımdan söylediğimi fark ettiğimde güldüm. Deliydim, deliydim ama güzeldim. Hâlâ gülüyorken ve gözlerim trenin tavanındaki tuhaf işlemelerde dolanırken bir ses geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanıdık Bi' Yerde Bul Beni
Fiksi Penggemar"Byun Théo Baekhyun yandı, savruldu, bir adamın yazına yağmur oldu. Byun Théo Baekhyun sevdi. "O yanımdayken adına aşk koyduğum sigara bitmek bilmiyor." dedi yüzünü göğe çevirirken." O sigara hiç bitmiyor." " # pg- / 7k # [ Chanbaek Fest 2: SUMMER F...