🎶 Scheherezade, Op. 35: I. The Sea and Sinbad's Ship
***
"Nefes almıyor. Ölmüş! Ölmüş!"
Filipus'un kolları arasından kayıp giden hizmetçi kadının ilk sözleri bunlar oluyor. Hepimiz kendimizi büyük holde neler olup bittiğini anlamaya çalışırken buluyoruz. Korku dolu çığlık bizi yerimizden etti. Bay Filipus endişeli gözlerle hizmetçinin dediklerini anlamaya çalışıyor. Tutmaya çalıştığı kadın kolları arasından kayıp gidiyor, bacaklarında derman yok. Sarı ten rengi neredeyse bembeyaz. Ölü görmüş gibi. Bembeyaz.
"Kim?!" diyor Filipus telaşlı bir halde. Kadının kollarını sıkı sıkı kavramış. Kadın baygınlık geçirecek gibi kendini bırakıyor. "O..." diyor cılız bir sesle. "Dadı!"
Filipus endişe dolu bir suratla kadını bırakıyor, merdivenleri ikişer üçer çıkıyor. Mathias da arkasından atılıyor. Kyungsoo onları takip ediyor ve bir bakıyorum ki herkes bir üst kata çıkmak için merdivenlere davranıyor. Merdiven önünde çöküp kalmış hizmetçi kadın unutuluyor. Derin derin soluyor. Ona yaklaşıp "İyi misiniz?" diye soruyorum. Kadın kan ter içinde, saçı başı dağılmış öylece bakıyor bir noktaya. Tek kolundan tutuyorum ve "Gelin, kalkalım." diyorum. Kadın hâlâ ufak bir şok yaşıyor fakat onu kaldırmama izin veriyor. Yemek salonundan geçip mutfağa doğru ilerliyoruz. Kadını mutfaktaki sandalyelerden birine oturtuyorum. Dolaplarda bir bardak alıyorum ve su dolduruyorum. Kadına uzatıyorum. Zar zor içiyor. Bir yudum ancak alabildi. Elleri hafif hafif titriyor.
"Nefes almıyor..." diyor cılız bir sesle yine.
İki-üç dakika kadar bekliyoruz. Karşısına bir sandalye çekip oturuyorum. Konuşmaya karar veriyor. "Yatıyordu..." diyor. "Odaya girdiğimde öylece yerde yatıyordu. Önce bayıldı sandım fakat sonra ölü olduğunu hemen anladım..."
"Nasıl anladınız?"
"Anladım işte..."
Bir sessizlik. Bir süre öylece duruyoruz. Kadının biraz daha açıldığından emin olduğumda ayaklanıyorum. Hizmetçi kadın bileğimden yakalıyor. "Nereye gidiyorsunuz?"
"Yukarıya..."
Kafa sallıyor. "İyi misiniz?" diyorum. Bir kafa sallayış daha. Bileğimi bırakıyor. Yudum yudum içiyor suyunu. "Hemen döneceğim." diyorum. Onaylıyor beni. Hızlı adımlarla mutfaktan ayrılarak üst kata çıkan merdivenlere ulaşıyorum. İkişer üçer geride bırakıyorum merdivenleri. Bir odanın kapısı önünde toplanmış buluyorum onları. Bayan Simun kalabalığın en arkasında eliyle ağzını kapatmış, kocaman açılmış gözlerle bakıyor olan bitene. Yaklaşıyorum. Bay Andreas'ın büyük gövdesi kapıyı neredeyse tamamen örtmüş. Bay Tomas'a çarpmamaya çalışıyorum. Bayan Petrus'un kafası üzerinden bakıyorum içeriye. Kapı eşiğinde duran kadın ifadesizce bakıyor.
Bir oda, köşede bir yatak, bir dolap, bir çalışma masası, sağ tarafta bir pencere, yerde halılar, yatağın hemen yanında bir komodin, köşede bir şövale, yanındaki küçük masanın üzerinde fırçalar ve boyalar. Çalışma masasının hemen yanında yerde uzanan kadının bedeni. Filipus, Mathias ve Kyungsoo cansız bedenin başında put gibi dikiliyorlar.
Herkes aynı afallamış suratla izliyor olup biteni. Ağır bir sessizlik var.
"Dadının hiçbir hastalığı yoktu... Yani bildiğim kadarıyla..." Filipus, öylece dikiliyor.
"Ani bir kalp krizi olamaz mı?" diyor Bayan Petrus.
"Ya değilse..." odanın göremediğim köşesinden sesi geliyor. Bay Yakup görüş alanıma giriyor. Başında dikilerek şöyle bir bakıyor cansız bedene.