feel like home

146 20 30
                                    

Tamaki, öncesine göre daha çok çökmüş yüzüyle, çökmüş duyguları, özgüveniyle, kıpkırmızı olmuş yüzüyle girdi, sevgilisiyle kendisinin yaşadığı eve. Her zaman kol kola girdikleri bu eve, bu sefer kolunda, duygularını bastırıp ona destek olmaya çalışan Nejire vardı. İkisi için de çok zordu, hele ki Tamaki için...

"Burası neresi? Evine mi getirdin, Nejire?" Ağzından zar zor çıkan, bir kaç santimetre daha ötede olsa mavi saçlı kızın hiç bir şekilde duyamayacağı sesiyle konuştu.

"Burası senin evin, Tamaki. Mirio ve senin eviniz."

"Bizim evimiz bu kadar soğuk muydu?.." dedi, üşüyen ruhuyla.

"Bak ne dicem, sen salonda otur. Ben sana sakinleşmen için ilaç ve çay getireyim."

Onaylamasına bile izin vermeden onu koltuğa oturttuğu gibi kendini mutfağa atmıştı, Nejire. Dostunu kaybetmiş olmanın duygusu yetmiyormuş gibi diğer bir dostunun erimesini izliyordu. Destek çıkmaya çalışıyordu ama onun için de zordu. Kapıyı kapatıp hıçkırıklarını saldı, ağzını elleriyle kapadı. Duymasını istemiyordu genç oğlanın.

Bir kaç dakika sonra gözyaşlarını silip, yeterince iyi olduğunu düşündükten sonra -ki hoş, çocuğun başını kaldıracak hali dahi yoktu- mutfaktan papatya çayı ve Tamaki'nin doktorunun verdiği depresyon ilaçlarını tepsiye koyarak mutfaktan çıktı. Salona girdiğinde etrafa yorgun, yabancı gözlerle bakan Tamaki'yle karşılaştı.

"Nejire, burası ev gibi hissettirmiyor. Buraya Güneş ışıkları girmiyor... Benim evim daima ışıl ışıl parlardı."

Titreyen çenesini engellemek için dudaklarını ısırdı, genç kız.

"Be-belki perdeler kapalıdır. Hepsini açarım, tamam mı?" Tüm perdeler açıktı. Odanın üç yanında da büyük pencereler vardı ve hepsinin perdesi açıktı. İçerisi belki de günün en aydınlık olacağı zamanındaydı ve genç oğlanın gözü karanlıktan başka hiç bir şey görmüyordu. Onun görmesini sağlayan asıl güneşi yoktu çünkü etrafında.

Gene de perdeleri kapayıp tekrar açtı, Nejire. Elinden bir şey gelmiyordu. Dostunu böyle görmek istemiyordu. Bu kalbini bin parçaya, hatta milyon parçaya bölüyor; parçalar birleşmeye başladıkça yapıştırıcı görevi gören duyguları ağırlık çöktürüyor, birleşen parçalar aynı olmuyordu.

Tamaki'nin yanına gidip, bardağı dudaklarına götürdü. Dudaklarına değen çay sanki ölü birisinin su içmesi gibi dökülmüştü ağzına. Ağzındaki çayı yutup, yüzünü ekşitti. Ne bir şey yiyor, ne içiyordu kaç gündür. Çay ağzında ekşi bir tat bırakmış, midenisi bulandırmıştı.

"İçmek istemiyorum. Lütfen eve götürür müsün beni. Eve gitmek istiyorum. Lütfen, Nejire... Burası üstünde yattığım ıslak topraktan daha soğuk. Lütfen eve götür beni."

Üstüne yattığı ıslak toprak, öldüğünü kabullenemediği sevgilisinin mezarıydı. Artık vücuduyla bir bütün olan mezarın toprağıydı.

Genç oğlanın her dediğiyle daha da doldu gözleri kızın. Tüm acılarının küçükken yaptıkları gibi, sanki uç uç diyince uçmasını diledi. Fakat acılar olduğu yerde kaldı, yerlerinde durmayan gözyaşlarının aksine. Şu sıralar çok fazla mı şey dilemişti? Neden hiç bir dileği gerçekleşmiyordu. Akan gözyaşlarını sildi ve oğlanı göğsüne yaslayıp sarıldı. Saçlarını okşarken rahatlaması için bir şeyler mırıldanıyordu, hıçkırıklarını engellemeye çalışırken.

"Mirio böyle görseydi seni üzülürdü. Lütfen artık eskisi gibi ol, Tamaki. Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Mirio bizi hep gülümsetmeye çalışırdı dimi?"

feel like home, miritama [one shot] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin