8 3 7
                                    

"Kendimde değildim, yemin ederim." Amaris sağ kolunu tutmuş kale direğine yaslanmıştı. Hava buz gibi rüzgarlarını onlara yolluyor, Amaris'in kısa ve biçimsiz saçları uçuşuyordu. Wilbur'un siyah saçları gözlerinin önünden çekilmişti ve Amaris onun yüzünü ilk defa bu kadar net görebilmişti. Wilbur'un gözleri şefkatli ve sakin bakıyordu. Hatta yüzünde anlaşılmaz bir anlaşılırlık vardı.

"Bana anlatabilirsin" Wilbur Amaris'in gözlerine bakıyordu. Amaris burnunu çekip yere oturdu, elleriyle kendi kollarını sardı.

"Sen her şeyle nasıl başa çıktın?" Diye sordu titrek sesiyle. Bir yandan da bu soruyu sorduğu için kendinden utanmıştı.

Wilbur bir şey demeden yere oturdu. Bacaklarını katlayıp uzatmıştı. Ellerini birleştirip Amaris'e gülümsedi, "çıkamadım."

Amaris Wilbur'u anlayabiliyordu. Kendisi ve Wilbur için o kadar üzgündü ki artık kelimelerin bir anlamı olmayacağının farkındaydı. Ağzından çıkacak olan her kelime ikisine de boş gelecekti. Belki de susup gözleriyle konuşmalıydılar ama Wilbur susmadı.

"Çok çaresizdim. Babam öldükten sonra. Dayanamadım, ben de ölmek istiyordum, herkesin gözünün önünden yok olmak istiyordum, insanların bana acıyla bakmasından nefret ediyordum, annemin beni bırakmasını kaldıramıyordum. Babamı çok özlüyordum, hâla da özlüyorum." Amaris'e anlayışlı gözlerle baktı, "seni anlıyorum. Neler olduğunu bilmiyorum ama şunu itiraf etmeliyim ki hayatıma senin gibi birisi hiç girmemişti. Seninle tanıştıktan sonra hayatın yaşamaya değer olduğunu anlamaya başladım çünkü sen bunu öğrettin." Gülümsedi. "Sanki hayatın yaşamaya değer olduğunu söylemek için gelen bir azize gibisin, farkındasın değil mi?"

Amaris gülümsedi. Wilbur da gülümsüyordu. Sonra Amaris'e uzanarak kollarına baktı, "senin yaptığın şeyi ben de defalarca yaptım... bunu söylerken bile utanıyorum çünkü herkes farklı acılar çekiyor ve belki de benimki onlara göre bir hiç. Anlıyor musun? Ama o gün, beni sahaya indirip ellerimden tuttuğun gün uçurumun kenarından sarkan birini kurtardın Amaris. Sana o kadar minnettarım ki... ondan sonra kendimi bir daha kesmedim, canımı yakmadım çünkü ilk defa, bana başka bir el dokununca değişebileceğimi, hayatı sevebileceğimi hissettim. Sen beni değiştirdin. Artık eve gittiğimde tüm Dünya'nın ışıklarını kapatıp somurtmak yerine bir şeyler hayal edebiliyorum."

Amaris'in düşünceleri birbirine girmişti. Wilbur'a karşı duyduğu yakınlık onu gittikçe mutlu ediyordu ama bir yandan da asla onunla daha fazla yakın olamayacağını da biliyordu. Ayrıca, Wilbur kendine zarar vermişti?

Amaris kaşlarını çattı, "sen...bunu bir daha asla ama asla yapma Wilbur. Eğer bir daha canını yakarsan, seninle bir daha konuşmam. Artık kendine zarar vermeyeceğine dair bana söz vermeni istiyorum, her şeyi bana anlat! Ben... ben elimden geldiğince senin yanında olacağım, söz veriyorum..." serçe parmağını uzattı, "serçe parmak sözü..." gülümsedi. Wilbur parmağını Amaris'in serçe parmağına kenetledi ve, "serçe parmak sözü." Diye fısıldadı. Kısa bir duraksamanın ardından yüzünü Amaris'in yüzüne yaklaştırdı ve onun yanağını öptü.

Amaris ona gülümsedikten sonra çocuğu kendine çekip sarıldı. Wilbur gözlerini kapatıp Amaris'in onu kollarına almasına izin verdi. Bu o kadar huzur vermişti ki ağlamak istiyordu ama gözlerini açmadı. Anın tadını çıkardı.

Sonrasında onlara koşturarak gelen James'e baktılar. Nefes nefese kalan James onların yanına geldiğinde dizlerinin üzerine çöktü. Tüm vücudu titriyordu, Amaris Wilbur'u bırakıp James'e baktı. Çocuk konuşamıyordu, sadece gözlerini yere dikmiş öylece duruyordu. Wilbur elini James'in omzuna koydu, "James? İyi misin?"

James yutkundu. Sonunda onlara baktığında gözlerinin kızarmış olduğunu farkettiler. Amaris de James'in yanına gitti. James daha fazla dayanamayıp eliyle yüzünü kapattı ve dudaklarından o cümle, hayatlarını kısa bir süre etkisi altına alacak olan o cümle döküldü.

"Glenn... onu hastaneye kaldırmışlar..."

...

Tüm gün boyunca üçü de konuşmadı. Derslere katılmadılar, tahtaya bakmadılar. Hiçbir şey dinlemediler, hiçbir şey duymadılar. Sadece günün bitmesini ve hastaneye gidecekleri zamanı düşündüler. Amaris'in kalbi paramparçaydı. Şu an sadece Glenn önemliydi, sadece onun hayatı umrundaydı. Hepsinin öyle.

Çocuk, bu sabah okula gelmek için hazırlanırken birden yere yığılmıştı. Annesi onu öyle yerde yatarken bulduğunda ufak çaplı bir kriz geçirmişti. Babası geldiğinde çocuğu kaldırıp hasteneye götürdüler. James bunu müdür ve öğretmenlerden duymuştu. Glenn'in durumunun ne olduğunu bilmiyorlardı ve onu bir an önce ziyaret etmek istiyorlardı.

Son zil nihayet çaldığında üçü de aynı anda ayağa kalktılar ve eşyalarını toplamaya başladılar. Amaris hastaneye gitmeye yaklaştıkça korkuyordu. Duyacaklarından, öğreneceklerinden korkuyordu. Ama arkadaşı için her şeyi yapardı ve dayanmalıydı. Dayanmalıydılar.

Kalemliğini de çantasına atıp diğerlerine baktı. Kapının önünde onu bekliyorlardı. Başını sallayarak yanlarına gitti. Beraber okuldan çıktılar ve hastaneye doğru yol aldılar. Tek kelime etmiyorlardı. Çaresiz ve üzgünlerdi.

"Nesi olabilir ki?" Diye sordu Wilbur hastaneye yaklaştıklarında. Çantası bir omzundan sarkıyor ve siyah ceketinin kolları sıkı sıkı kapanmış parmaklarının arasından düşüyordu.

"Umarım kötü bir şey yoktur. Öğrendiğimde o kadar korktum ki..." James bakışlarını kaçırdı. Amaris derin bir nefes aldı. Hastaneye gelmişlerdi.

İçeri girdikleri an kırmızı saçları olan bir kadın onlara baktı. Ağlamaktan yüzü şişmişti ve gözlerinin etrafı kıpkırmızıydı. Çocukları görür görmez onlara yaklaştı ve, "Glenn'in arkadaşları mısınız?" Diye sordu. James başını salladı, konuşmaya korktuğu belliydi ama kendini tutamadı, "o iyi mi?"

Kırmızı saçlı kadın hemen başını salladı, "iyi... henüz sonuçlar belli değil, dinleniyor. Birazdan onu görebilirsiniz. Aç mısınız? Okuldan yeni gelmişsiniz isterseniz kaf-"

"Aç değiliz hanımefendi. Sadece arkadaşımızı görmek için geldik." Dedi James. Kadın başını sallayarak onları odanın önündeki bekleme alanına kadar götürdü. Yan yana dizilip beklemeye başladılar. Amaris eliyle gözlerini kapattı. Kendini çok kötü hissediyordu, muhtemelen eve gittiğinde ağlayacaktı.

Yarım saat kadar bekledikten sonra sonunda Glenn uyanmıştı. Sonuçların yarın geleceği haberi hepsini rahatlatmıştı, en azından kötü haber varsa bunu geç duyacaklardı.

Bir dakika sonra üçü de Glenn'in odasına girmişlerdi. Oda somut bir şekilde hastalık kokuyordu. Acı, ölüm, gözyaşı...

Amaris yatağın yanına çekip arkadaşının kurumuş dudaklarına, solmuş yüzüne ve uçları soyulmuş burnuna baktı. İçi acıyordu, bıraksalar hüngür hüngür ağlardı ama arkadaşının karşısında bunu yapmak istemiyordu. Glenn'in elini tuttu, "nasılsın bakalım?"

"İyiyim güzellik" dedi Glenn gülümsemeye çalışarak. Sesi o kadar bitkin çıkıyordu ki. "Siz nasılsınız?" Üçünün yüzüne de tek tek baktı.

"Mükemmeliz" dedi James sırıtarak. Zorlama olduğu çok belliydi ama Glenn anlamamış gibi duruyordu. "Ne zaman geliyorsun? Okul senin pis egonu özledi."

"Ah... biraz bekleyecek gibi duruyor. Eh ne yapayım hayat çok yorucu." Hepsinin yüzü asıldı.

Wilbur boğazını temizleyerek Glenn'e baktı, "geçmiş olsun. Umarım yakın zamanda okula dönersin çünkü Edebiyat klübü için mizah seviyesi oldukça yüksek insanlar gerekiyor ve onları bizim seçebileceğimize pek inanmıyorum." Gülümsedi.

"En yakın zamanda döneceğim dostum! Bugün çok halsizim, muhtemelen yorgunluktan. Ama sizi tek başınıza grubu yönetmeye bırakmam. Beceremezsiniz siz."

Dördü de gülümsedi. Ardından biraz daha muhabbet edip odadan çıktılar. Glenn'in annesi onları uğurladıktan sonra herkes evlerine dağıldı. Amaris paramparça olmuş bir şekilde evine girdiğinde daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. Kapının önüne çöküp ağladı. Arkadaşlarına bir şey olursa ne yapacaklardı?

...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin