Derslerin bittiğini belirten zil çalalı 25 dakika olmuştu. Bütün öğrencilerin ayaklanıp gülüşerek, itişerek ve koşarak okulu boşaltması ise 13 dakika sürmüştü. Park Sunghoon son teneffüste lavaboya gidip sınıfına döndüğünden beri sırasından kalkmamıştı.
Sınıfta beklemesinin hiçbir nedeni yoktu, yalnızca eve erken gitmek istemiyordu o kadar. Birkaç günlüğüne, hatta yalnızca birkaç saatliğine ortadan kaybolmak istiyordu. Sıkıcı hayatına birkaç saat ara verebilse her şey yoluna girecekmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden bomboş sınıfta oturmaya devam etti. Sınıfta, hatta okula kimse kalmayana kadar bekledi ve herkesin gitmiş olduğundan emin olduktan sonra elini yavaşça sırasının altına doğru indirdi.
Yapmak üzere olduğu şey Park Sunghoon için bir lütuf, hayatına doğmuş olan bir güneş, bir kurtuluştu. Pek bir işe yaramayan varlığının sıkıcı ve monoton hayatında benimsediği, başarabildiğini düşündüğü tek şeydi. Sunghoon'un yaşamak istemesinin tek nedeni, ona güç veren, hatta hayatı sevmesini sağlayan tek şey-
Sunghoon elini masanın altındaki boş gözün içinde gezdirdi. Parmaklarının uçları soğuk demirlere değildi, irkildi. Farkında olmamasına rağmen nefesini tuttu ve üzerlerinde bir şey olmadığını idrak etmek istercesine kavradı demirleri. Boş gözün içinde ellerini gezdirirken panik, havaya doğru yükselen bir duman bulutu gibi vücudunun içinde yükseldi, önce kalbini ve sonra da beynini tamamen sis içinde bıraktı. Tuttuğu nefesi kesildi. Kıymetli defteri, yaşamını değeri kılan, ona kendi olma fırsatını veren tek şey ortadan kaybolmuştu.
Telaş ve panikle kaplanmış olan Sunghoon hızla sandalyesini geriye ittirdi ve ayağa kalktı. Ayakları demirden yapılmış olan sandalye yere devrilerek yüksek bir ses çıkardı. Sandalyenin düştüğünü bile fark etmeden yere eğildi ve masanın boş gözünü bir kez de gözleriyle kontrol etti. Her gün okulda bıraktığı defterin yerinde olmaması çok anlamsızdı, orada olduğunu biliyordu. Dün akşam bırakmıştı nasıl olsa.
Telaşla yerden kalktı ve elini kaldırıp parmaklarını saçlarının arasından geçirerek saçlarını geriye attı. Derin bir nefes aldı ancak bu onu sakinleştirmek konusunda pek de işe yaramadı, hatta aksine daha da telaşlanmaya başladı. Biri çalmış olabilirdi. Daha da kötüsü, çöpe atılmış olabilirdi. Fikirlerinin yok olması düşüncesi onu deli ediyordu.
Bu sırada koridorda bir ses yankılandı. Yere çarpan kalın ayakkabı tabanının sesi giderek yaklaşıyordu ancak Sunghoon onu duyamayacak kadar meşguldü. Kimsenin olmadığı boş koridorda yürürken Kim Sunoo gülümsüyor, ellerini gögsüne koymuş rahatlamaya çalışıyordu. Park Sunghoon'un sınıfını görebileceği bir yere gelmişti bile. Derin bir nefes aldı, sınıfın tabelasına bakarak son kez düşündü ve vazgeçmeden önce hızlı adımlarla içeriye girerek arka sırada, ayakta duran Sunghoon'un yanına yaklaştı.
"Sen bir yazarsın, öyle değil mi?"
Sunghoon topuk sesleri sınıfın kapısına geldiğinde o tarafa bakmış, yaklaşan çocuğu görüp tekrar önüne dönmüştü. İçeriye gireceğini düşünmemişti, bu nedenle sesini duyduğunda irkildi. Başını çevirip ona döndü, öncelikle sivri burnuna ve heyecanla parlayan gözlerine, ardından sarı saçlarına ve en son da dolgun dudaklarına baktı. "Ne?"
"Bir yazarsın." Sunoo gülümsedi, vurgulayarak sorusunu tekrarladı. "Değil mi?"
Daha da panikleyen Sunghoon başını iki yana salladı, bir şey söylemeden yere doğru uzanıp sandalyeyi kaldırdı ve masasının arkasına geçip eşyalarını toplamaya başladı. Kalemlerini hızlıca almaya çalışırken birini yere düşürdü, Sunoo yere eğilip kalemi aldı, Sunghoon defterlerini çantasına tıkıştırırken iki elini sertçe masanın üzerine koydu. Ani sesten irkilen Sunghoon geriye doğru tökezleyip sandalyesine düştü ve şaşkın bakışlarını sarışın çocuğa çevirdi.
Elindeki kalemi bırakarak ellerini geriye çeken Sunoo sevimli bir gülümseme takındı. "Her okul çıkışında burada kalıp bir şeyler yazıyorsun. Seni gördüm."
Sandalyesinde oturan çocuğun kaşları yavaşça çatıldı, daha önce önünde duran çocukla hiç görmemiş, hatta ona dikkat bile etmemişti. Adını da bilmiyordu. Farklı sınıftaydılar. O zaman nasıl bilebilirdi bunu?
"Çok da gizliyor sayılmazsın."
Sunoo göz devirdi ve ardından tekrar gülümseyerek elini ona doğru uzattı. Uzun ince parmakları vardı ve teni, perdelerin kapatmadığı camlardan girerken bembeyaz görünüyordu. Sunghoon ona soru sorarcasına baktı, tek kaşını kaldırdı. Sunoo ise gülümsemesini bozmadı. Yüzünde yine heyecanlı bir ifade oluştu. Sesi öyle sakin ve hoştu ki Sunghoon dudaklarına odaklanıp kelimelerini takip etmekten alıkoyamadı kendini. Onun sesi bir his olsaydı eğer kadife bir kumaşa dokunmak gibi hissettireceğine emindi.
"Bir anlaşma yapalım. Benim yazarım ol. Senden hayatımı yazmanı istiyorum."
"Benden ne beklediğini bilmiyorum ama ben bir yazar falan değilim. Öyle şeylerle ilgilenmiyorum." Çantasına uzanıp eline aldı, hızlıca fermuarını çekti. "İyi akşamlar."
Sunoo elini yavaşça kapüşonlu kazağının ön tarafındaki büyük cebe sokup bir defter çıkardı ve Sunghoon'a doğru tuttu. "Bir şey unutmuyor musun?"
Yanından geçip gitmiş olan Hoon geri döndü ve gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Onu nereden buldun, hırsız?"
"Kalbimi kırıyorsun. Teklifimi kabul et ve sana geri vereyim."
"Teklifini kabul etmeyeceğim, ilgimi çekmiyor."
Sarışın çocuk dudaklarını büzdü, defteri tekrar cebine yerleştirdi. "Çok yazık.. İyi yazıyorsun bence. Seninle yazdıkların hakkında konuşmak için can atıyordum."
"Defterimi geri ver."
"Kabul etmeden olmaz."
Sunghoon onun cebine doğru baktı, konuşmak için dudaklarını araladı. "Ne düşünüyorum biliyor musun? Bence-" Çocuğun dikkati dağıldığında ani bir hareketle cebine doğru uzandı fakat hareketini son anda fark eden Sunoo geri çekildi, gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Sana inanamıyorum!"
"Defterimi çalmışken nasıl bu kadar yüzsüz olabilirsin? Bir de beni tehdit ediyorsun. Geri ver." Üzerine doğru yürüdüğünde Sunoo geri adım atmadı, ellerini cebine iki yandan sokup defteri sıkıca tuttu.
"Ben onu çalmadım, kurtardım. Seni de tehdit etmiyorum. İstemiyorsan defterini almak zorunda değilsin."
Sunghoon kaşlarını çattı, dibinde durup onun gözlerine baktı. Sunoo konuşmasına devam etti.
"Dün akşam temizlikte onu atacaklardı ama ben bulup kurtardım. Ve ben bulduğum için artık benim sayılır." Defteri çıkartıp iki yanından sıkıca tutarak ilk sayfasını açtı. "Bak, adımı bile yazdım. Sana vermek zorunda değilim. Buraya gelmeseydim bütün akşam defterini arayacaktın, öyle değil mi? Bana teşekkür etmen gerekirken yaptığına bak."
İç çekip birkaç adım geri çekildi Sunghoon, konuşma ilerledikçe sinirlenmeye başlıyordu.
"Öylesine birisin sadece, neden hayatını yazmamı isteyesin ki? Bahse varım yazacak pek bir şey yoktur bile."
"Senden hayatımı eleştirmeni değil, yazmanı istedim. Ben senin yazılarını eleştiriyor muyum?" Defteri havada salladı. "Sen de eleştirmemelisin."
Sarışın çocuk tekrar gülümseyerek ona yaklaştı, defteri masaya bırakıp onun ellerini tuttu. "Birlikte çalışalım. İyi bir iş çıkaracağına eminim, korkmana gerek yok. Birlikte hayatımı yazalım."
Daha fazla onunla tartışmak istemeyen Sunghoon isteksizce başını aşağı yukarı salladı. "Zaten kısa süreceğine eminim. Sonrasında beni rahat bırakacak mısın?"
"Tamamladığımız gibi gözünün önünden kaybolacağım."
Böylece Park Sunghoon, üst kattaki sınıftan sarışın, aynı bir aksolotl gibi durmadan gülümseyen, kadife sesli Kim Sunoo'nun yazarı oldu. Daha hiç tanımadığı bu çocuğu başından savmaktı amacı. Ama kabul etmişti bir kere, bu yüzden sonuna kadar götürmek zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the most suitable title for a miserable book [sunoo + sunghoon]
Novela JuvenilBu, acınası bir kitap için en uygun açıklama. 20.09.21 - []