Kan çekilirdi, kalp küçülürdü ama beyin olduğu yerde çürümeye devam ederdi.
Özlem giderilirdi, sevgi biterdi ama nefret ilk günkü kadar taze kalabilirdi.
Kaderin çizgisinde ise tekrar yaşam bulunabilirdi.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Duygular acıtır mıydı?
Benimki çok acıtmıştı. O kadar çok acıtmıştı ki ben acısını bile hissedememiştim. Kimseye söz edememiştim. 'Bakın şuram, şuram çok acıyor' diyememiştim.
Diyemedim, diyecek kimsem de yoktu zaten. Birileri vardı ama birileri hep yok oldu. Birisi vardı ama birisi hiç yoktu. Ben vardım ama aslında hiç yoktum. Kayıptım, kaybolmuştum. Kaybolmuştuk. Bundan kaçmak mümkün müydü? İmkansızdı. Acıyı dindirmek güçtü, zordu, kolay değildi. Sol yanımda boşluk, omuzlarım çökük, kanatlarım hep kırıktı.
Çaresizlikten oluşan korkular vardı; birinden, bir şeyden, bilinmeyen bir bilinmezlikten.
Hatta korkudan korkulan korku vardı.
Korku, ruhsuzdu.
Korku, eşsiz bir çaresizlikti.
Seçimler ise korkuyu doğuran ana etkendi.
Yaptığımız her seçim ya bizim sonumuzu hazırlardı ya da hayatımızı dipten zirveye ulaştırırdı. Dipten zirveye ulaşan bir insan mutluluğu tadabilir miydi? Ya da ölmek üzere olan bir insanın yüzünü güldürebilir miydi? Gücü yetebilir miydi bir kalbi sarıp sarmalamaya? Yapabilir miydi tüm bunları?
Ben yapamamıştım.
Şeytan karışmıştı kanıma. Usulca girmişti koynuma. Güçsüz bedenimi tanrının günah saydığı elleri arasına almıştı.
Ağlamamı söylemişti.
Ağladığımda yeryüzün de benimle ağlayacağına inandırmıştı beni.
Bu evrende tek olmadığımı, şah damarımın üzerinde bulunan hayat çizgimin varlığını ömrümün sonuna kadar utanç verici bulduğunu, yüzüme durmadan defalarca haykırmıştı.
Canımı acıtmıştı.
Canımın en içini kanatmıştı.
Çıplak bacaklarımı kollarımla birlikte sardığımda oturduğum yerin soğukluğunu hissedemeyecek kadar beynim uyuşmuştu. Yerde içtiğim sigaraların izmaritleri kendi bağımsızlıklarını çoktan ilan etmişlerdi. Bir çoğu beyaz halının üzerinde kalıcılığını iz olarak bırakmıştı, diğerleri ise kül tablasında çoktan sonsuzluklarına uğurlanmışlardı.
Titreyen nefesime bir de tireyen ellerim eşlik ederken tam karşımda ne olduğundan habersiz bana bakan ve henüz küçücük olan kedim, gözlerini benden ayırmıyor bazen kuyruğunu bacaklarıma sürtüp tekrardan tam karşıma geçip yeşil gözleriyle bana kilitleniyordu. Tebessüm bile edemiyordum.