Pekala tamam, devam edeceğim.
Geçen gün kötü hissedince yazmak istememiştim daha, o yüzden bıraktım. Ve biraz hızlı gittim sanırım. Malum zihnimi kontrol etmekte pek iyi değilim. Bir başlayınca sonu gelmeyen kelimelerden bir çorba çıkıyor ortaya. Plansız, bağlamsız, karmaşık bir bilinç akışı benimkisi.
Kusura bakmayın.Her şeyi anlatmaya başlamadan önce şunu belirteyim; kesinlikle kendimi tembihliyorum bu konuda ama benim dilimin pek ayarı yoktur, hem çok konuşurum hem de bazen kaba konuşurum. Tabii bu kastettiğim konuşmalar genellikle diğer insanlarla yapılan sesli sohbetler değil. Kendimle olan konuşmalarımdan bahsediyorum, bir de beni samimiyetle dinlediğini hissetiğim, gerçekten o an anlattığım şeyle ilgilendiğine inandığım kişilerle olan konuşmalarımdan.
Tahmin edeceğiniz üzere bu kişilerden hayatımda pek yok. Yani ben çocukken kendimi kandırıp annemin beni ilgiyle dinlediğine inandırmış olabilirim bir kaç kere. Sonra zaten annemin, kavanozlarda biriktirdiğim böcek ve özellikle kelebek fosillerinden birer çöpmüş gibi bahsetmesiyle aslında beni hiç de dinlemediğini anlamış ve sonra yavaş yavaş susmuştum. Ya da matematik ödevlerini yapmak istemediğimden değil de son problemi deftere geçirirken öğretmenin dediğini kaçırdığım için ödevleri not alamadığımı anlatmaya çalışırken, babamın bana tembel olduğumu söylediğinde. Veya dokusu beni çok rahatsız ettiği için giymekten nefret ettiğim, içindeyken bunalmış ve sinirli hissettiğim o mavi kazağı giymiş bir halde, sınıfça katılacağımız müze gezisine katılmak istemediğimi anneme söylediğimde, bunun şımarıkça olduğunu söylediğinde.
Kimsenin benim aptal ve önemsiz dertlerimle ilgilenmeye vakti yoktu anlayacağınız. Özellikle de benim için çok önemli olan annemin. Ben de bunu kabullenmiştim. Gerçi sonradan benim de bu minik dertlerden daha fazla ve büyük dertlerim olacağından, artık eskisi gibi küçük şeyleri takmamayı ben de öğrenecektim.
Annemin, benim börtü böcekler hakındaki sorularımdan veya beni en rahat hissettiren kıyafetimden daha önemli dertleri olduğu için kafasında bana ayırdığı zamanı sadece temel ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar kullanmaya da alışacaktım böylelikle.Bakın tam da böyle biriyim işte, detaylarda boğulan, daldan dala atlayan, zihnini susturamayan, gereksiz ve boğucu biri...
Kimse benimle sohbet etmek istemez. İnsanları bunaltırım. Dikkatim çabuk dağıldığından ve ilgimi çekmeyen konulardan bahsedildiğinde elimde olmadan sohbetten koparım. Kafama saniyeler içinde bir sürü şey akıyorken durağan ve hakkında hiç bir fikrim olmayan konulara dair fikir belirtmem istendiğinde salak gibi insanların suratına baktığım için, görüşüne başvurulan kişilerde asla ilk sıralarda yer almam. Onların istedikleri cümleler çıkmaz benden, çünkü ayak uyduramıyorum insanlara. Hem onlara göre çok yavaş hem de basit ilerleyen bir yaşam sürüyorum ben. Aradıkları simbiyotik ilişki yok bende. Kimseye fayda sağlayamam. Soğuk ve realist birisi olarak samimiyetten ve romantizmden çok çok uzağım. Sosyal ilişkilerimi düzeltmek gibi bir kaygıyı, diğer kaygılarımı bastırıp da ele alamadım henüz.
Gerçekliğe dair gölgeleri olan ilişkiler kurmak da istemem. Bu yüzden hep susarım. Konuşmam için ısrar edilirse bazen ufak yalanlar söylemek zorunda kalırım, anı kurtarmak ve bir an önce iletişimi bitirmek için. İletişimi bitirmek diyorum çünkü kimsenin benimle çıkarsız, yargısız, gerçek, empatik ve güvenli bir ilişki kuracağına inanmadığım için hayatıma insanları almayı sevmem.
Zaaflarımı ve tümüyle kim olduğumu göstereceğim kişi güvenimi kıracak, onurumu zedeleyecek en ufak bir şey yaparsa asla toparlanamayacak olmaktan ve olası bir aşağılayıcı durum karşısında, dünya üzerinde ne kadar canlı varsa hepsinin önünde çırılçıplak kalacakmışım gibi hissetmekten çok korkarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
growing pains' jikook
FanfictionÜniversiteye başlayana kadar evden dışarı çıkmamış olan Jungkook'un güvenebileceği tek bir arkadaşı bile yoktur. Evden ayrılınca tahmin ettiğinden daha zor durumda kalır. Üstelik artık Park Jimin gibi tatlı ve inatçı bir belası vardır. Ya da; ailes...