fly me to the moon

43 4 0
                                    

Liseye kadar aptal bir çocuktum, notlarımla belalıydım, evde de durumlar kötüydü falan tamam ama lisede bazı şeyler değişmeye başlamıştı.

Mesela "Yok mu hoşlandığın biri?" sorusuna utana sıkıla kafama göre birilerini gösterip herkesin aşık olduğu en popüler kıza aşık rolü yapamıyordum artık. Kimse bana bu konularla ilgili soru sormasın da köşeye sıkışmayayım diye hemen konuyu değiştiriyor ya da kaçıyordum.

Annemler benim sevgili mevzularında yapım gereği çekingen ve utangaç olduğumu düşünüp kurcalamamaya başlamışlardı -yanlış da sayılmaz aslında, flört edecek kadar güveneceğim birini bulsam, ona da utancımdan ve beni ele vereceğini düşündüğüm için korkumdan bir şey diyemezdim- ki bu benim için iyi bir şeydi o dönem, asla annemlere gey olduğumdan bahsedemezdim.

Annemin kızacağını da düşünmüyordum gerçi, beni sokağa atacağı, döveceği falan yoktu, bundan emindim.

Sadece eskisi gibi olamamaktan, aramızdaki ilişkiyi tuhaflaştırmaktan ve ömrüm boyunca mücadelesini vereceğim yoluma onu da sokup, onun da hayatını mahvetmekten korkuyordum. Sanki ben kimseye söylemedikçe kimse gey olduğumu bilmeyecek, bu durum bir gün bitecek ve ben de hayata adapte olabilecekmişim gibi aldatıcı bir iddiaya tutunmuştum.

Belki kendim gibi birilerine açılabilecek kadar güvenli hissetsem, o zamanlar daha sağlıklı düşüncelerim olurdu ve bugün bu halde olmazdım...

Ben kendi içimde sürekli bu boğucu düşüncelerle mücadele ettikçe daha çok sessizleştim, ablamla azıcık olan iletişimimiz benim kendimi tuhaf hissetmekten alıkoyamamamdan ötürü neredeyse kesilmişti -evet hâlâ beni babamdan koruyordu ama ne bileyim, konuşamıyorduk işte- yüzeysel geçiştirmelerle birbirimizi savıyorduk, bir gün benim içimden bir şeyleri birazcık da olsa ortaya dökme hissi geçse, ablamın acelesinden ya da evde olup bitenler onu ilgilendirmiyormuş gibi dışardaki hayatına kaçışından benim miligramlık hevesim de kaçıyordu. Belki aynı şeyi başka bir gün ben de ona yapıyordum. Bilemiyorum.

Sonuçta bu ev, içinde yaşayan herkese istemediği bir hayatı zorunlu kılmıştı, günün ilk saatlerinden herkesin apar topar evden uzakta -becerebildiği kadarıyla- inşa etmeye çalıştığı kişisel hayatına kaçışı da bunu ispatlıyordu.

Bu yüzden annemle ve ablamla önceden bahsettiğim o samimiyeti kurmamıza engel olan negatif hislerin kaynağı bu ev ve bizde bıraktığı ağırlıktı diye düşünmüştüm, üçümüzün de duygusal açıdan bu kadar gelgit yaşamasının nedeni olması da kaçınılmazdı.

Annemin bazen benimle yüzeysel olmayan biçimde konuşmak istediği anlar oluyordu ama ben sanki içimde kocaman bir sır varken -buna ne kadar sır denilirse artık (!) her gün, her saniye, hangi hetero varlığını sorgulayıp da günün birinde spektrumun neresine düştüğü aniden dank edince diğerlerine 'Aa bakın ben aslında şuymuşum' diye açılır ki? Benim meselemin kimseye açıklamamam gereken bir sırmış gibi hissettirmesinin de yanlış olduğunu biliyordum ama negatif ayrımcılığa maruz kalan topluluklardan herhangi birinde yer alıp da, ataerkil toplumun heteronormatif manipülasyonlarına bile bile düşmemek elde değildi işte- her ağzımı açtığımda yalan söylüyormuşum gibi kötü ve samimiyetsiz hissettiğim için daha en başından kestirip atıyordum.

Zaman geçtikçe annemle ablama daha uzak hissedip yabancılaştığımı fark ediyordum.

Ben bambaşka birisiydim ve onların gerçek benden haberleri yokmuş gibi hissediyordum.

...

Liseyi bitirdigim yıl ben daha neyi sevdiğime, neyi okuyacağıma, ileride ne işle meşgul olmak istediğime karar bile verememiştim. Daha doğrusu, o dönemlerde tek kaygısı sevdiği bölümü hangi şehirde, hangi üniversitede okuyacağı olması gereken normal bir gencin hayat koşullarına sahip olmadığım için, zihnimin o karanlık, nemli, örümcek ağlarıyla örülü odasında dolanan birbirinden bunaltıcı onlarca fikir yüzünden kafamı boşaltıp kendime odaklanamamıştım.

growing pains' jikook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin