İnsanların hayatında bir yeriniz var mı yoksa siz de şu dilek ağaçlarından biri misiniz?
Yağmurun usul usul çiselerken genç adam ayağa kalktı. Karşısındaki dev anıta bakarken muazzam bir pişmanlığın bedenini kavradığını hissetti. Hayır, pişmanlık değildi, hayıflanıyordu. "Umarım Tanrı seni gittiğin yerde koruyordur."
Bir süre daha iki tarihin üstüne atılmış siyah yazıya baktıktan sonra tekrar mırıldandı. "Gerçi onun var olup olmadığını bile bilmiyorum."
Yağmur damlaları üzerine düşerken, çenesinden aşağı ufak parıltılar damlıyordu. Saçları ıpıslaktı ve yanında bir şemsiye yoktu.
Gerçi sabah radyoda böyle olacağını söylemişlerdi ama o bilerek şemsiye almamıştı.
Belki şanslıysam hasta olup ölürüm.
Mezarın üzerine bir mektup bıraktı ama zarf parçası çoktan ıslanmıştı. Kağıt iyice şeffaflaşarak hamur halini alıyordu. Hafızasına doluşan anılarla kıkırdadı. "Sen yazı yazmayı bile bilmiyordun, bu yüzden mektuplarını asla düzgün okuyamadım."
Gözleri yaşlarla dolana kadar kısık kısık güldü. Daha sonra yüzü zaten yağmur dolayısıyla ıslanmış olsa da gözünden akan yaşları sildi. "Şimdi ben sana mektup getirdim ama ıslandığı için okuyamayacaksın. Oysa çok düzgün yazmıştım."
Tüm kıyafetleri ıslanana kadar bekledi sonra girerken beyaz taşa bakarak yeniden güldü. "Gerçi ıslanmış olmasa da okuyamazdın ya."
Dediği şey beyninde çınlayınca sanki karşısında gerçekten biri varmış gibi ellerini havaya kaldırıp telaşla sallamaya başladı. "Yani, okumayı bile beceremezdin!"
Güldü yeniden, sonra seri adımlarla mezarlığın çıkışına ilerlemeye başladı. "Başka ne yüzden okumamazlık yapabilirsin ki zaten?"
Genç adam soğuktan titremeye başladığında hızlıca mezarlığın girişine park ettiği arabasına ilerledi. Kendini şoför koltuğuna attıktan sonra bir süre soluklandı.
Üstündeki ceketi çıkartıp arka koltuklara fırlattı ve akan burnunu çekti. Galiba bu sefer bileti tam aldım, diye geçirdi içinden.
Soğuktan titriyordu ama umursamadı, sonunda düzgünce yapabilecekti bunu.
Bedeni sarsılırken, bunun soğuktan üşüdüğü için olmadığını fark etti. Ağlıyordu.
Ve her mezarlığı terk ettiğinde hıçkıra hıçkıra ağlamaktan da nefret ediyordu. Belki Baji onu bu mesafeden de duyardı ve ona karşı güçsüz gözükmek istemiyordu.
Güçsüz müydü?
Bilmiyordu ki, 3 ay öncesine kadar güçlü olduğuna inanıyordu. Ta ki...
Ta ki doğru bildiği her şey yalan çıkana kadar.
Kazutora o dilek ağaçlarından biriydi.
Annesinin dilek ağacıydı o, belki çete için de öyleydi. Ve dilekleri gayet iyi bir şekilde sırtlanmıştı. Fakat sonra, dalları bir bir kırılmaya başlamıştı genç adamın.
Dallarının kırılmasına sesi çıkmamıştı Baji'nin ölümü ile kökünden kesilene kadar. İşte o zaman, o zaman canı gerçekten çok acımıştı. Haykırmak istemişti, fakat duyan kimse olmadığından içindeki tüm siniri, kırgınlığını, pişmanlığını vücudundan dumanlarla atmaya başlamıştı.
Fakat yeterli değildi, hiçbir zaman yeterli olmayacaktı.
Sevildiği ve affedildiği bir yer bulana kadar bu hırs onu yiyip bitirecekti ve öyle bir yer yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
damaged heart ; kazufuyu
Fanfiction"Ölmeden önce seninle tanıştığım için çok mutluyum."