2. Bölüm

874 74 26
                                    

İki dizi üstüne çöktü anasının önüne. Yüreği gümbür gümbür atıyordu hala. Kendine için için sakin kalmayı salık verse de yapamıyordu. Anası damın ucunda baş açık ne yaptığının hesabını ha sordu soracak korkusu nefesini kesiyordu. Bilinçli yapmamıştı ki... Hem ne suçu vardı? Tüm suç o ay gibi parlak, gece gibi yüreği mest eden oğlanın suçuydu. Zalımın oğlu öyle yakışıklıydı ki Asiye'nin bunda bir kabahati yoktu. Birazcık aklı karışmıştı sadece. Sırtında binbir tonlu ağırlıktı sanki hissettiği suçluluk... Vücudunu sarıp sarmalayan ateş de dinlemiş, ha bire yanıyordu sanki Asiye. Oğlan da çoktan yitip gitmişti. Bu ateş oğlanı gördüğündekinden farklıydı şimdiki yanlızca atlatamadığı suçluluk duygusunun hararetiydi, emindi buna.

Anası, yeleğinin yakasını azıcık çekiştirip baktı, bir şey göremedi. Paşalısının ense kısmında ki küçük top düğmeyi çözdü baktı. Huylanmıştı belli ki kızcağız. Beyaz içliği de kaldırdı kadın. Baktı baktı kızın ensesine. Süt beyaz tende ne saman çöpü, ne kıl ne de bulgur kepeği vardı.
İtinayla paşalının arka düğmesini ilimkledi.
Hafifçe Asiye'nin omzuna dokundu, "Gah hele yavrum. Yoh ensende hiç bir şeyin. Huylanmışsın besbelli..." Böyleydi Sultan kadın, aniden öfkelenir, ne ara öfkesi dinmiş hiç bilinmezdi.

Hızla iki dizi üzerinde döndü önünü Asiye. Panikle tuttu anasının pamuk kadar yumuşak, çalışmaktan buruş buruş olmuş ellerini. Hala anasının yüzüne bakacak casateti bulamıyordu kendinde. Bakışlarını dikkatle anasının elerindeydi bu sebeple. "Valla ana ensemde bir şey yaktı durdu." Kucağındaki al yemeniyi hızla başına atmıştı ki yine ensesinin müthiş derecede kaşınma isteğine karşı koyamadı. Bir eli ensesinin kaşınma isteğine boyun eğerken, "Bah ana, gördün mü yine kaşıntı tuttu. Neydecem şimdi ben?"

"Eyy... Dedim ya gızım ensende heç bir şey yoh emme yemeninde varsa bilemem..."

Tekrar kızın ensesine bakınmaya başladı. Bu defa yemeni ile ensenin temas ettiği yere bakıyordu ki çok geçmeden buldu. İki tırnağının ucuyla tuttu, çekti çıkardı. Küçücük buğday kılçığı iki parmağının arasındaydı şimdi.

"Aha bah, buldum. Deli danalar gibim seni ortalıhta dolandırıp duran buymuş bah gördün mü şimcik?"

Gülümseyiverdi hemencecik. Suçlu bulunmuştu ya bulunduğu ruh halinden sıyrılması kolay oldu. "Ver ana," deyip kadının iki parmağı arasında duran buğday kılçığını aldı hızla. Saniyesinde parmak uçlarında duran mebdebur kılçığı üfleyip ucuruverdi. Gitsindi öteye zaten aklının karışması, düştüğü bu çıkmaz durumun tek müsebbibini bulmuştu anası. Ne o ay yüzlü oğlanın ne de Asiye'nindi suç! İşte tüm suç rüzgarın merhametine kattığı buğday kılçığınındı. Ensesini öyle yakıp kavurmasaydı Asiye öyle hiç ucunu bıçağını düşünmeden güpegündüz damın ucunda elin oğluna karşı açar mıydı başını? Açmazdı buna adı kadar emindi.

Bir iştah geldi Asiye'ye zaten anası da ucunu beceğini sorgulamamıştı. Yaşadığı o kısacık tatlı anları ondan başka kimsenin bilmesine gerek yoktu. O bilirdi yeterdi. O iştahla dünyanın işini görse, yoruldum gayrı demezdi. Hemencecik çöktüğü yerden doğruldu. Koşar adım bulgurun başına geçti. Biran evvel bitmeliydi bu iş. Bitsin ki aklını kurcalayan o anları düşleyecek zamanı olsundu. Az daha düşündükleriyle gülecek gibi oldu, zor tuttu kendini. Anasının yanında olacak iş miydi? Edepsizlikti düpedüz!

Anasının az önce öbek haline getirdiği bulgurun önüne çömeldi. Öbeğin yanındaki küçük leğene uzanıp seri bir şekilde bulgur doldurdu. Çabucak doğrulup şöyle bir sağına soluna dönüp rüzgarın yönünü tespit etti. Şanslıydı ki rüzgar ondan yanaydı. Bir tebessüm oturdu yanaklarına. Göz ucuyla anasını yokladı. Damın aşağısında ki harmanlara doğru bakıyordu kadın.
Leğene doldurduğu bulguru omuzunun hizasına getirdi. Yönü rüzgara dönüktü. Ağır bir ritimle ileri geri salladı leğeni. Bulgur aynı oranda rüzgarın önünde yere dökülürken, kepeği rüzgarla birlikte savrulup az öteye dökülüyordu. Leğendeki bulgur bitince tekrar bulgur doldurdu leğene. Bu işlem dokuma çulun üzerinde son bulgur tanesi kalıncaya kadar devam etti. Bitmişti şükür! Sırtında ılık ılık damlayan terler vücuduna tuhaf bir ürperti katsa da pek umursamadı. Anasının açtığı çuvallara leğen leğen doldurdu bulguları. Dokuma çulun üzerinde az bir öbek kalmıştı. Tekrar leğene doldurup çulun kepek görmemiş kenarında yönünü rüzgara dönüp savurdu. Tertemizdi bulgur. Son kalanı da doldurdular çuvala. Alnı terden boncuk boncuk terlemişti. Kolunun yeniyle silip anasına baktı. Kadın çuvalların ağzını ağızbağı yaptığı örgü iplerle bağlıyordu.

CelalimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin