ÖMÜR

26 2 0
                                    

Küçüktük ne de güzel oyunlarimiz vardı hayatta. Dönüp dönüp duramadıgımız bir kutu kutu pensemiz vardı mesela. Ne arkadaşını defalarca döndüren yorulurdu o oyunda, ne arkadaşının lafiyla defalarca dönen. Hayatımız o oyunun özeti aslında.
Ne dönüp de durabiliyoruz ne dönüp geleni durdurabiliyoruz hayatımızda.

" Bize ne mi oldu?
Sen atlamis olduğum sayfalardan sordun sadece
Bense iki paragrafı bir araya getirememistim.
Sanki o son yaprak düşmesin diye dua etmiştikte
Dalın kırıldığıni görmemiş gibiydik.

Her zaman ki gibi şiir yazarak, rahatlatiyordum kendimi. Başka bir çıkış yokmuş gibi sariliyordu çünkü ellerim kurşun kalemime. Gormedigim kağıtların tek sahibiydi, gormedigim kalemim.
Icimde estirdigim yokluklar, tüm benligimi altüst eden zamansız kayıplar o kâğıtlara döküldüğünde kopup gidiyordu benden. Yaşadığı yirmi üç yılı kör olarak geçiren bir kızdan ne isteyebilirdi ki hayat ?
Hiç bulamadım bu sorunun cevabını.
Aramaktan da vazgeçtim sonra. Vazgectikçe daha çok kayboldum, gormedigim labirentlerin arasında. Vazgectikçe daha çok uzaklaştım gormedigim gökyüzümden.
Ve Vazgectikçe daha çok üşüdüm, içim ısınmadı başka bi yerde. Bu gecede üşüyordu içim. Ve daha aylardan agustosdu. Ne soğuk rüzgarlar esmisti ne de şehrimin bacalarindan dumanlar tütüyordu. Ama bugün farklıydı. Üşümemin sebebi yan odada yatan annemdi.
Yoklugumda varlığı olan kadındı annem.
Ona gelen zamansız titremeler beni yerimden sicratiyordu her seferinde. Görmeyen kızının gözleri olurken, kendi kanserini görmek istemeyen bir anneye sahiptim. Sahip olduğum başka bir şeyim yoktu zaten karanlık dünyamda. Ne hayallerime doğru yuruyebiliyordum ne görmek istediklerime doğru.  Daha yürümeye başlamadan ayaklarimin sizlamasiyla kalıyordum yürümek istediğim yolda. Eksiktim. Tamamlanamayan bir hayatın ilk yarımıydım sadece. Korkuyordum. Şeklinin nasıl olduğunu bilmediğim ayaklarım adımlarını geriye doğru atıyordu her seferinde.  Korktuğum için yazıyordum belki siirlerimi. Bazen içimin en dip köşelerinden kopan bir şiir olurdu yazdıklarım bazen de benim bile anlamadığım cümleler. Ne zaman gözlerimi kapatsam geçmiş bir film şeridi gibi geçerdi zaten kapalı olan gözlerimden. Herşey vardı o geçmişte. Yorgunluk, pişmanlık, çaresizlik hatta bütün bunların içinde olmaması gereken aşk bile. Hatirlamaya değecekmiydi bilmiyorum ama benimde içinde kayboldugum bir aşkım vardı.
" Ömür oradamisin ?"
Zeynep teyzenin sesi duyuluyordu kapının arkasından.
"Evet"
"Annen seni görmek istiyor."
Ben de diye geçirdim içimden. Bende görmek istiyordum annemi.
"Geliyorum. " dedim sadece.
Yavaşça yatagimin üzerindeki gormedigim kagitlarimi ve kalemimi bulup yatagimin dört beş adım ilerisindeki komidinin üzerine bıraktım.
Artık ezberlemistim odamin her yerini.
Kapıdan girdiğimde kaç adımda yatagimda olduğumu, kaç adımda kıyafet dolabima ulastigima alismistim artık.
Çünkü yıllardır gözleri görmeyen bir kızdım ben.
Belki de insanlar bana aciyarak bakiyorlardi.
Nasıl yaşıyor acaba diyorlardı, yasayamadigimı bilmeden.
Belki onlar gibi Dünyanın güzelliklerini goremiyordum. Zeynep teyzeye sormadan,o gün üstüme giydigim kıyafetin hangi renk olduğunu bilmiyordum ama buna rağmen acinacak durumda değildim ben.
Sokakta yürüdüğümde burnuma kokuları gelen çiçeklerin renklerini goremiyordum ama onlardan Dünyanın her yerinde renk renk olduğunu çok iyi biliyordum.
Annem öyle söylerdi çünkü.
Bana yalan soylemeyecegini bilirdim.
En çok görmek istediğim kendi gözlerimin rengiydi. Deniz mavisi gözlerim varmış benim, mavinin neye benzediğini bilmesemde. Annem o kadar güzel anlatırdı ki maviyi. Sen en güzel rengi gözlerinde tasiyorsun derdi, gözlerimden öperek.

Kagitlarimi kaldırdıktan sonra daha ne kadar böyle oturdugumu bilmiyordum.
Oturdugum yataktan kalktım ve yavaş adımlarla çıktım odamdan.
Bastonumu almadan sendeleye sendeleye geçtim koridoru. Yavaşça kapıyı aralayip kafamı uzattım.
"Ömrüm" dedi annem.
Bana böyle seslenmesini çok severdim. Bana Ömür ismini annem vermişti ama bana hep Ömrüm diye seslenirdi.
"Annecim. "diyerek odaya doğru ilerlemeye başladım. Görmeyen gözlerim sürekli bana oyun oynuyordu.
Zevk alıyordu sanki bana acı yaşatmaktan. Ama olsundu.
Ayağım halıya takıldı ve sendeledim. Ama ben daha düşmeden, uğruna ölebilecegim kollarıyla tutmuştu beni.
Yanına oturur oturmaz, saçlarımı okşamaya başladı.

"Düşmedim ki" dedim gülerek.
Bu ona küçüklüğümden beri her düştüğümde yaptığım bir espiriydi.

" Biliyorum meleğim. " dedi annem.
Sesi kulaklarima o kadar yumuşak dokunuyordu ki. Onu göremeden yaşadığım bu hayattan bile daha çok seviyordum. Ve en kötüsü de bu hastalığı yenemeyecegini de biliyordum. Evimize gelen doktor, cigerleri şu toplamış demişti annem için.
O çok görmek istediğim, her banyo yapisimda beni korkutup nefessiz bırakan su, annemin cigerlerinden başka akacak yer bulamamismiydi. Görmek istemiyordum artık suyu.
Bir renginin olup olmaması bile umrumda değildi. 
"Nasılsın Beyza sultan " dedim gülerek.  Annem de ona  " Beyza sultan " dememi çok severdi.
Çocukluğum boyunca bana okuduğu kitaplarda çok güzel anlatılırdı sultanlar.
Annem de öyle olmalıydı. Bana hikayeler okuyup yatirdiginda, dua etmeyi unutma derdi her gece yatmadan.
Onu sadece bir bile görebilmek için binlerce dua etmiştim.
Olmamıştı.
Gördüğüm yarım yamalak, karanlık siluetlerin olduğu ruyalarimin içinde de seçememistim hiç yüzünü. Parmaklarimin ucuyla dokunabildigim kadar, güzel yüzlüydü karanlık hafizamda.

KARANLIGIN GÖZYAŞLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin