payandayız şimdi, vakitlerden ikindi
__________
bilmem bilir misiniz, büyükler der ki ikindi vakti vakitlerin en suskunudur. suskundur suskun olmasına ama göz açıp kapayana kadar da geçer gider.
neden böyle derler, pek bilmezdim ben küçükken. hatta büyükannem öyle takıntılıydı ki buna, ikindiye kalan ödevim varsa söylenmesi diğer ikindi vaktine kadar durmazdı. sevmezdim bu yüzden bu vakti.
"ah ikindi ah! duramadın yerinde, geldin geçtin. tabii, kimin umrunda? azarı yine changbin yesin!" derdim kendi halimde, batan güneşe doğru. güneş ise benimle dalga geçer gibi son ışıklarını da saklar, aya bırakırdı görevini. o zaman da derdim ki, "şuna bak, saklambaç oynuyoruz sanki. çık dışarı güneş efendi! çık da ben saklanayım bu sefer."
güneş hiç çıkmazdı dışarı. kendisinden ipucu istedimse de vermezdi bana.
elma dersem çık, armut dersem çıkma güneş.
elma.
elma.
elma.
çıkmazdı.
yazın ikindileri bir farklıydı ama.
güneş, yaz mevsiminde ikindiyi bile dinlemezdi. tabii ne fayda, yazın okul mu vardı da azar yiyecektim ben?
'ikindi gerçekten de suskunmuş, baksana yaz güneşine saklan bile diyemiyor' diye düşünürdüm.
komik bir çocuktum ben.
gülerlerdi bana. "üzerindekileri çöpten mi aldın?" der ve gülerlerdi. ben de gülerdim onlara. "evet, büyükannem hepsini yamaladı. ben de yamalı palyaço oldum!" der, eşlik ederdim.
mutluydum. benimle dalga geçsinler, beni aşağılasınlar hatta beni dövmeye kalkışsınlar; ben mutluydum. ben gülüyordum.
bu şen şakrak benliğim hep böyleydi. büyüdü, ilkokula geçti. büyüdü, büyükannesini kaybetti. büyüdü, ortaokula geçti. büyüdü, aile tartışmalarında yer almaya başladı. büyüdü, liseye geçti. büyüdü, ailesi parçalandı. diyorsunuz şimdi, hâlâ mı gülüyorsun?
gülmemi bozma yetkisi vermedim kimseye. kişiliğimin bu yapısını keşfettiğimde diğer insanlara kıyasla eşsiz olduğunu fark etmiştim hatta. kim ailesi hakimin önünde boşanırken hakimin arkasında kalan o büyük, renkli bayrağa bakarak kıkırdardı ki? ben yaparmışım işte.
ikindi vakti güneşini benden sakınmaya devam ededursun, ben gerçekten büyüdüm. bunu da bir ikindi vakti öğretti bana. ben, o her şeye gülen ama ikindiden de pek bir haz etmeyen changbin, ikindi vakti dışarıda tek başıma top sektirirken biriyle tanıştım.
artık beni azarlayan bir büyükannem ya da bir annem yoktu yanımda. babam vardı, o da 'şu vakte kadar evde ol!'demezdi bana. o zamanlar ikindi güneşiyle bol bol yüzleştim fakat ısınamadık bir türlü birbirimize.
bu suskun ikindi vaktinde okullu çocuklar okuldan yeni gelmiş olurdu, okulu bırakıp çalışmaya başlayanlar iş güçle meşgul olurdu, ben ise top sektirmekle meşgul olurdum okuldan kaçıp.
bu güzel çocuk ne ile meşguldü peki?
kıyafetleri hiç bizim köydeki çocukların kıyafetine benzemiyor. gümüşten bir saati var bileğine tam oturmayan. öyle tanıdık bir yüzü de yok, hatta kafasını kaldırdığında göz göze gelmesek çekik gözlerini de göremeyip 'yabancı mı bu acaba?' diyeceğim kendi kendime.
hoş, koreli olsa ne fayda? hepsi yabancı bana.
yabancı yabancı olmasına da, ben onun o güzel yüzünü asık göre göre nasıl sektiririm bu topu öylece? sektiremem ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
payandayız şimdi, vakitlerden ikindi, changlix
Hayran Kurgu"ah ikindi ah! duramadın yerinde, geldin geçtin. tabii, kimin umrunda? azarı yine changbin yesin!" tw/ nefret, siddet