o günden sonra sık sık yongbok'un vücudunu kontrol etmeye başladım. ondan gizli yapıyordum bunu tabii. yaz boyunca, 2 ay boyunca yaptım bunu. ve o morlukların gün geçtikçe azalmaya başladığını görmek beni mutlu ediyordu.
on yedinci doğum günüme yaklaşık iki hafta kala, yine bir kaldırım taşına oturmuş bulutları izlerken yanıma oturan ürkek bir beden hissettim. yongbok değildi bu. kokusundan anlaşılıyordu. civciv şampuan kokmuyordu bu kişi. başımı yana çevirip kim olduğunu anlamaya çalıştım ama tanıdık birisi de değildi.
gözlerimiz buluştuğu gibi gözlerini çekti hızlıca. gerçekten o kadar korkutucu mu görünüyorum? yongbok tanıştığımız zaman benden hiç korkmamıştı oysa.
"merhaba." bu tuhaf sessizliğin son bulması için açtığım ağzım çocuğun hafif titremesine sebep olmuştu. korkutmuşum onu. ama korkutmak istememiştim, gerçekten. öyle bir derdim olsa annemin yöntemlerini denerdim. ben bağırmamıştım, vurmaya kalkışmamıştım ya da ürkütücü şeyler söylememiştim ki.
tek bir neden kalıyordu o halde: görünüşüm onu korkutmuştu.
bu düşünce modumu anında düşürürken ben de selamıma karşılık vermeyen çocuk gibi yere bakmaya başladım. iki gün önce bir ayakkabıcıya babamın eski ayakkabılarını götürmüştüm. orada çalışan çırak bana çok paspal göründüğümü, bu şekilde insanların kabusuna bile girebileceğimi söylemişti.
o an gülüp "ben kimim ki birinin rüyasını bırak, kabusuna gireyim?" diye kendimle dalga geçsem de bu elbette ki üzmüştü beni. çünkü ben daha birkaç gün önce rüyamda yongbok'u görmüştüm. oturmuştuk bir çimenliğe, çeşitli meyveler yiyip gülüşüyorduk. tuhaftı çünkü ne o çimenlik bizim buralardan bir yere benziyordu ne de o kadar meyveyi alacak param vardı benim. yani, yongbok'a ödetmemişimdir herhalde. yok canım, ödetmemişimdir.
demem o ki ben onu rüyamda görmüşsem o da görmüştür belki. olamaz mı? görmesini isterim ancak bu kıyafetlerle görmesin. bu yüzümle de görmesin beni. her tarafım çamur içinde. yıkasam hep sokakta dolandığım için yine kirleniyor. temiz görsün beni. şık görsün, televizyonda güzel görünen birine iltifat ederken şık kelimesini kullanıyorlar sıklıkla. şık olayım onun rüyalarında. şık olayım, yalnız onun rüyalarına.
"şey," yanımdan gelen kısık sesle düşüncelerimden hızla sıyrıldım. ne yumuşak bir sesti bu böyle. "sen changbin abi misin acaba?"
"öyle miyim?" kim bana abi der yahu? "ben changbin'im, evet." ama abi miyim, emin olamadım.
elleriyle gizlediği küçük paketi o an fark ettim. yavaş hareketlerle paketi bana uzattı. "bunu yongbok abi verdi. sana hediyeymiş." kucağıma bırakır bırakmaz koşarak uzaklaştığı için tek kelime sorgulamaya vaktim olmadı. paket parlaktı ve üstünde çiçeğe benzer bir şekle sokulmuş renkli bir kağıt vardı. arkasını çevirdiğimde de bir not kağıdı olduğunu gördüm ancak okuyamadım. hayır hayır, okumayı da bilmiyor değilim. ben okumayı biliyorum ama yongbok yazmayı beceremiyor sanırım. hiçbir harfi anlayamadım.
paketi açtığımda içinden çıkan şey yüzümü güldürüvermişti anında. bir oyuncak bebekti bu. ama öyle andırıyordu ki yongbok'u. çilleri yüzünde tane tane, kahve saçları kaşlarına kadar örtüyor, yanaklarına pembelikler eklemişler. bir de sarı bir elbisesi var. yongbok elbise giymiyor ama sürekli sarı kıyafetler içinde görüyorum ben onu. ne tatlı bir bebek bu böyle. eve gidip hemen saklamam lazım diye düşünüyorum. babam görse bir şey demez ama ya annem gelir görürse bir gün? "erkek adamın oyuncak bebeği mu olurmuş?" der, atar bebeğimi. aman aman, saklamalıyım tabii.
koşa koşa uzaklaştım oradan. eve giderken yolda babama rastladım, seslense de durmadım. özür dilerim baba ama hemen yongbok'u saklamam lazım. bir yere kaçar sonra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
payandayız şimdi, vakitlerden ikindi, changlix
Fanfiction"ah ikindi ah! duramadın yerinde, geldin geçtin. tabii, kimin umrunda? azarı yine changbin yesin!" tw/ nefret, siddet