Unus

36 3 1
                                    

"Başım ağrıyor".

Belki de dördüncü kez söylüyordu arkadaşı Esir, ölmeye çalışan bir kedi gibi ciyaklıyordu -en azından o öyle düşünüyordu. Derin bir nefes aldı ve,
anlamlı bir cevap düşündü.

"Ya?".

Evet, yapabildiği en iyisi oydu. Ki bunu önceki dört seferin ikisinde de söylemişti. Arkadaşı henüz vazgeçmemiş olmasa gerek, bir başka ciyaklama ile homurdandı.

"Tan, başım ağrıyor".

Tan'ın dudakları gerildi, gözlerini kapattı. İç çekerek arkadaşına döndü. Kampüs kütüphanesinin ücra köşesindeki kırılmaya yüz tutmuş sandalyeleri kütüphanenin depolarından birine koymuş, kurdukları seyyar masa ile kendilerine mekan kurmuşlardı okulun başında. Kampüs genelde kalabalık olsa da nadiren birileri kitap okumaya kalırdı -genelde kitapları alıp giderlerdi. Bu yüzden arkadaş ekibi zamanını burada geçirirdi, en azından paraları olmadıklarında.

Tan ve Esir'in durumları farklıydı. Esir kaldığı kiralık evde -ki orada iki kişi daha yaşıyordu- ders çalışmakta zorlanırdı, ama insanların gözü önünde ders çalışıp dikkat çekmeyi sevmezdi. Bu yüzden ödevleri, vize ve sınav hazırlıkları, sunum ve etkinlikleri o küçük, rutubet kokulu depoda yapardı. Tan kütüphane görevlileri tarafından mimlenmişti, kitap ödünç alamıyordu, bu yüzden kütüphanede okumak zorundaydı. Bu yüzden zamanını o rutubet kokulu odada, insanların iğrenç espri anlayışlarını ve "kütüphanede mimlenmiş çocuk" dedikodularını duymamak için, kitap okuyarak geçirirdi.

"Baş ağrını geçiremem Esir" dedi Tan bıkkınlıkla. Esir mızıldanarak başını seyyar masaya yasladı. Göz kapakları kahverengi irislerinin üstüne kapandı perde gibi, baş ağrısı yüzünden alnının ortasında hafif bir kırışıklığa sebep olmuş, kaşlarını hafifçe çatmıştı. Tan bu manzarayı çok görüyordu. Çocuğun kısa, kıvırcık, koyu kahverengi saçları masaya dağılır; gözleri acı ile kapanır ve çenesinde ufak bir kasılma ile dudaklarında bir üzgünlük ifadesi belirirdi.

"Al" dedi en sonunda Tan, cebinden ağrı kesici çıkartarak. "Ama suyum yok".

Esir burnunu masaya sildi ve kalktı, "Ulu ilaç tanrısı, bunu neye borçluyum" dedi su içmeden hapı yutarken.

"Duş aldığı zamanlar hariç su içmeyen çok sevgili arkadaşıma" dedi Tan agresifçe yedek suyunu Esir'e fırlatırken. Esir'in atletik yapısını bilen herkes reflekslerinin iyi olmasını, hızlı tepki vermesini beklerdi -büyük hata. Esir salağın önde gideniydi ve refleksleri sadece tenör ses tonuyla kulak kanatan bir çığlık atıp kendisine doğru gelen su şişesinden kaçmaya çalışacak kadar zaman vermişti; su şişesi hüsranla bacağına düştü.

"Ne yapıyorsun?!" diye çığırma cürreti gösterdi Esir, Tan ayak bileğine tekme atmadan hemen önce.

"Su iç!" diye azarladı Tan, kitabına dönerken. Parmaklarını kütürdetti, telefonunu kontrol etti.

"Dersin var mı?" diye sordu sonra, esnerken.

"Var, tarih. Senin yok değil mi?".

"Bitti, sabah Rönesans Dönemi ve Akımlar vardı".

"Sanat okuyan da ne bileyim" dedi Esir, gıcık bir ses tonuyla.

Tan yüz kaslarını hazırladı, gözlerini hafifçe açtı ve en dramatik göz devirmesini sundu arkadaşına. Sonra dudakları gerildi, bir gülümseme belirdi yüzünde.

"Tarih okuyan da ne bileyim".

"Çok sıkıcısın, akrilik boya ile kafayı bulmuşsun".

"Kafanı kronoloji kitabından kaldırırsan bugünün tarihini başkasına sormadan bulma kabiliyetine ulaşırsın".

Esir kaşlarını çattı, suyundan birkaç büyük yudum aldı.

"Sanat öğrencisine göre fazla uzun cümleler kuruyorsun".

Sonra homurdanarak ödev yapmaya devam etti. Dudaklarını birbirine bastırmış, çenesi kasılmıştı. Gerçekten başı ağrıyor diye düşündü Tan. Bakışlarını kaçırdı.

Sadece böyle zamanlarda kalbi sıkışıyordu, böyle zamanlarda içinde yeni bahar doğuyordu. Böyle saniyelerde zaman yavaşlıyordu gözlerinde. Sonra gözleri yüzünde takılı kalıyor, her noktasını iyice ezberliyordu. Sanki unutmuş gibi, sanki ilk kez tanıyormuş gibi. Sanki ilk kez sevecekmiş gibi.

İlk değildi, ilki geçeli uzun zaman olmuştu. Sonra da değildi, çünkü her on dakikada bir yeniden aşık oluyordu ona. Bazen aklında kirli düşünceleri oluyordu. Bazen ise sadece izliyordu, sanki gözlerini kapatırsa anın kalabalıklığında kaybolacakmış da bir daha görmeyecekmiş gibi.

Onu seviyordu, en yakın arkadaşını seviyordu.

O, bunu bilmeyecekti, belki hiçbir zaman.

Umursamadı. O hala onu sevebilirdim. Elini belinin sağına götürdü, teni yanıyordu, tam orada.

Güneş oraya doğuyordu, kalbinde yükselecek, sol tarafında batacaktı. Ve hala onu seviyor olacaktı.

Zaman durma eylemi ile işini bitirmiş gibi an hızlandı, güzellik soldu, ve Esir telaşla çantasını toparlamaya başladı.

"Gidiyor musun?" sordu Tan, kitabına dönerken, nerede kaldığını bulmaya çalışıyordu.

"Kantinden bir şey alıp dersliğe gideceğim, bizimkilere soracağım ödevi nasıl yapmışlar. Görüşürüz"

"Hmm, bye".

Kapı kapandıktan sonra belki yarım saat geçmişti Tan ayağa kalktığında, çantasını toparladı ve ayaklarını sürerek okuldan çıktı. Eve dönmesi çok sürmedi, evi neredeyse tam karşıdaydı kampüsün.

Belki de bakkaldan ekmek almalıydı gelirken, ama unutmuştu, hiç de geri dönesi yoktu. Onun yerine yolunun üstündeki çiğköfteciue uğradı, kendine üç dürüm çaktı ve eve geçti.

Yemeği sessizdi, evde işleri sessizdi, hareketleri sessizdi. Sesi seviyordu. Kulağında hala Esir'in çınlaması vardı. Sesini seviyordu. Yatağa uzanınca vücudu ağrıdı, tüm gün yorulmuştu. Haftasonu işi vardı, uyanması gerekiyordu erkenden. Ama uyuyamıyordu.

Kimse bilmiyor değildi, birkaç arkadaşı gay olduğunu biliyordu, bilmese bile dedikoduları duyarlardı -insanlar kendisi hakkında konuşmaya bayılırdı. Esir de biliyordu, ama hiç umursamamıştı. Onun için fark etmiyordu çünkü. Kimin ondan hoşlandığı Esir'in umrunda değildi. Asıl umrunda olan Esir'in kimden hoşlandığıydı. Esir, Tan'dan hoşlanmıyordu, bu yüzden onun gay olması Esir'i rahatsız edemezdi.

Bir ıslık takıldı dudaklarını, yataktan kalkıp banyoya sürükledi bedenini. Üstünden düşmeyen uzun hırkasını çıkardı ve kapının arkasındaki askılığa astı. Sonra kazağın, sonra iç çamaşırı, pantolonu. En son çorapları. Aynanın karşısına geçti. Önce vücudundan başladı kendisine bakmaya; bunu neredeyse her gün yapardı.

İnce bacaklar, ince bel, ince yapı. Beyaz ten, birkaç ben. Yüz zayıf ama yumuşak hatlı, küçük dudaklar hafif aralık, gözler büyük ve meraklı ama bakışlar bıkkın -yorgun günün getirileri. Gözlerinin altı hafif mor, boynundaki damarlar da hafif belirgin; uykusuzluk belirtileri. İrisleri kahverengi olmaya ısrar edermiş de yapamamış gibi, iğrenç bir ela renginde parlıyordu. Dalgalı ve kıvırcık arasında gidip gelen karaktersiz saçı şeklini yitirmiş, artık bir saç stili değildi o. Kendini banyoya attı sonra. En sıcak, en rahat, en huzurlu suda yıkandı.

Ve tam istediği gibi, uykusu geldi. Ayaklarını yatağa sürükledi. Battaniyenin altına kıvrıldı.

Yarın işe gidecekti, Esir'i göremeyecekti. Güneş batıyordu.

Onun yerine, iş arkadaşı -işvereni- olacaktı yanında; Toprak. Gece doğuyordu.

Gecenin ayı ona doğuyordu ve güneşten daha huzurluydu.

........................

Merhaba, birkaç söylemem gereken şey var. Öncelikle ben genelde hikaye yazmadan önce genelde araştıran biriyim, ama bu seferki çok baştan savma olacak. Çok az bilgi, deneyim ve araştırma ile yazacağım. Onun dışında seksüel sahne ve belli dramatik olaylar olacak tabii ki. Bu yüzden yaş sınırı koydum. Hikayenin okunmasını istemiyorum yani umarım sevmezsiniz.

-E

Güneş Sağında Doğuyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin