Tribus

14 3 0
                                    

Bakışlarım bir şeyi, gerçek bir şeyi aradı. Tutunabileceği bir şeyler... Burası benim evimdi. Bir zamanlar huzurlu olan bir yerdi. Salondaydım, koltuğa uzanıyordum çünkü raftaki kedi biblosunu görebiliyordum -aslında siyah beyaz iki kedi figüründen oluşuyordu ama toz alırken bir tanesini kırmıştım, sadece siyah küçük olan kedi kalmıştı. Boynumda bir ağrı vardı, başım ise çok rahattı. Ve sonra onu hissettim, sıcak bir el, saçlarımı okşuyordu. Gözlerim dolacak kadar güzel hissediyordum. Birinin bacaklarına uzanıyordum, başımı kaldırdım. Sözcükler boğazıma takıldım. "Esir" diyebildim. Esir bana gülümsedi, "Evet sevgilim?". Gözlerim doldu, içime hüzün doluyordu, ağlamıyordum, gözyaşlarım göğüs kafeslerime sızmış, nefes almamı zorlaştırıyordu. Yutkundum iki kez. "Esir" dedim tekrar, Esir güldü, ah sesi... Sesi... Ne kadar güzel... "Seni seviyorum" dedim, daha da geniş güldü. Ellerini yanağıma yasladı, "Biliyorum" dedi yumuşakça. Nefes alamıyorum. Çok, çok seviyorum. Ve biliyor. Ve bana gülümsüyor. Beni okşuyor. Beni seviyor.

Tan'ın gözleri açıldı, boğazı ağrıyordu. Yatakta doğruldu, odasına baktı; hayır, ailesinin evinde değildi, burası kendi kararıyla yerleştiği eski evleriydi -ev uzun bir süre önce kiraya verilmişti ki, kiracının inadı yüzünden boş kalmıştı, artık Tan'ın eviydi o yüzden. Camdan dışarı baktı, denize doğru. Gökyüzüne baktı. Rüyaydı... Hepsi bir rüyaydı. Gözleri doldu, kendini tekrar yastıklarının arasına attı. Kıvrıldı.

Mümkün değildi. Bu olamazdı. Bunlar sadece rüyalarda olurdu zaten. Sevilecek biri değildi Tan. Bunu biliyordu.

Telefona baktı, dersine bir saat vardı daha. Ayaklarını sürdü duşa, silmeliydi, her şeyi silmeliydi. Umutlarını, sevgisini, hayallerini, amaçlarını, arzularını...

Kıyafetlerini çıkardı, teker teker banyo zeminine düştüler, suyu açtı ve sıcak olmasını beklemeden altına girdi. Lifini aldı ve kollarını, göğsünü temizlemeye başladı. "Sil" dedi kendine, "Sil her şeyi". Ağlıyor muydu? Gözünü zorlayan su muydu? Yoksa sadece kirpiklerinden damlayan masum su damlaları mıydı? Belli değildi, yüzü vücudunun diğer her tarafından daha ıslak hissettiriyordu. Yorulmuştu, omzu, kolları, lifi sıkan parmakları, gönlü...

Sonra durdu, kolları vücudunun yanında sallanırken su kıvrımlarında yol buldu, gözlerini kapattı Tan. Su doldu içine, her yıkadığı akıp gidiyor, geri kalan her damla su ruhunu dolduruyordu. Hüsranla doldurdu.

Dışarı çıktığında vücudunun belli yerleri kızarmıştı; ya su çok sıcaktı ya da çok sert kullanmıştı lifi. Üstüne bir şeyler attı, saçlarını kuruttu, yalandan bir şeyler attı ağzına kahvaltı olsun diye -sevmiyordu kahvaltı etmeyi, midesi bulanıyordu sabahları.

Üstüne montunu giydi, çantasını aldı ve fırlayıp okula gitti.

Estetik (Sanat Felsefesi) dersi kendi seçtiği bir dersti, oysa şuan dinleyesi yoktu. Kulaklıklarını taktı, boş amfinin son sırasına uzanarak şarkısını açtı. İlk çıkan şarkı... Ah, Dünyadan Uzak, bu şarkıyı seviyordu. Başının altına çantasını koydu. Bir süre uyukladı, ders saati bitmeye yakındı, toparlandı. Sınıftan fırladı. İnsan sürüsünün arasında sıyrılarak kütüphanedeki odaya daldı. Belki de on dakika sonraydı, telefonu çaldı.

Hafif bir iş çekiçle ekrandaki isme baktı, kesinlikle onunla konuşmak istemiyordu... Telefonu açtı, "Ne var?".

Bir süre sessizlik oldu öbür tarafta, daha o anda kötü hissetti Tan. Ona fazla kötü davranıyorum diye düşündü. Sözünü geri almadı. Karşı taraftan güçlü bir ses tonu geldi. "Sertan".

Çocuk titredi, bu ses, bu isim... Aklına korkunç şeyler geliyordu. Karşı taraftaki ses devam etti, daha yumuşak bir sesle. "Nasılsın?".

"İyiyim" diye yalan söyledi Tan. "Senden naber?".

Güneş Sağında Doğuyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin