Tan çok kitap okurdu. Hep okudu. Kitaplar ihanet etmedi. Kitaplar yarı yolda bırakmadı. Kitaplar güzeldi; bilmediği, anlamadığı dünyadan uzak, farklı bir evrene götürürdü onu.
Ama kitaplar ona hiçbir şeyi öğretmedi. Mesela aşkı bahar diye tanıtmışlardı; ılık, bazen yağmurlu, güzel kokulu, çiçekli böcekli falan...
Tan dört mevsimi yaşıyordu şuan. Düşünceleri kırık bir kum saatinden süzülüp dağılan kum taneleri gibi tuzla buza dönmüş, her saniye daha da belirsiz, sessiz, küçük hale geliyordu. Duygular? Anlayamıyordu. Sadece duyuları... Hissediyordu.
Dört mevsimi yaşıyordu, aynı anda.
Yazdı mesela, sıcaktı, nefes alamıyordu, Esir'in dudakları boynunu öperken, nefesi köprücük kemiklerinde dans ederken... Yanıyordu.
Kıştı; soğuk parmaklar kazağının altından beline, omurgasına kaydığında titredi, tepkilerini kontrol edemiyordu. Yanağının içini ısırdı, soğuktu, kar yağıyordu tenine.
Bahar? Bahar kalbindeydi. Her kalbi attığında çiçekler açıyor, gözleri ışıldıyordu. "Tan" diye fısıldadı Esir boynuna doğru, dudakları boynunu okşarken. "Yapmak ister misin?". Ah, nasıl hayır diyebilirdi? Gözlerini kapattı, çiçek kokuları alıyordu.
Yağmur yağıyordu, güzdü ya, bahardı ya; soğuk bahar, ılık kış. Yağmurlar doldurdu göğsünü, organları içinde yüzüyordu. "Devam et" dedi, çok kısık bir sesle, sesini suyun altından duyuyordu. Zihnine ölü yapraklar yağıyordu. Çok güzeldi.
Esir'in dudakları artık yanağındaydı, yüzünün kenarı, kemikli tarafında. Kulağının altına, çene hizasına geldi. Artık ikinci eli de kazağının altındaydı; bu sefer göğsünde geziniyordu –sanki tutunacak yer arıyordu.
Kulaklarına geldi sonra, Tan'ın küçük halka küpesini ısırıp çekiştirdi hafifçe. Ilık nefesi tüylerini diken diken etmiş, titrermişti baştan aşağı. Tanrım. Öleceğim, Esir beni öldürecek.
Ağzından memnun bir ses çıktı, Esir bundan keyif almış olmalıydı, iyice ona yaslanıp kulağını yalamıştı.
Acıyordu, kasıklarında ağrı vardı. Gözleri başının arkasına yuvarlandı.
Ve yavaş yavaş yatağa düştü, Esir kazağını çıkardı. Göğsünü yaladı baştan aşağı.
Diyecek bir şey bulamıyordu Tan, sadece akılla gidiyordu. Kalbi kulaklarında, ağzında, penisinde atıyordu. Titriyor, terliyor, inliyor, hırlıyordu. Çirkindi. Çirkin hissediyordu. O böyle güzel davrandıkça çirkin hissediyordu.
"Tan" dedi Esir, Tan kendini zorlayarak gerçek dünyaya getirdi. Gözlerini Esir'inkilere dikti.
"Daha önce yaptın mı?".
Ve uzaya düştü Tan.
Süzülüyordu. Soğuktu, ama morg soğukluğu. Kış gibi değildi; yüzünü acıtan, gözlerini açmasına bile izin vermeyen tipi soğuğu değildi. Hayır, mevsim değildi. Ölü soğuktu. Boşluktaydı, karanlıkta. Karanlık anılar aklına doldu, hasta hissediyordu.
"Evet".
Esir gülümsedi, öyle bir gülümsedi ki. Ah, öldürüyordu, ölüyordu. "Güzel" dedi yumuşak bir sesle. "Hata yapıp canını acıtmak istemiyorum".
Kollarını boynuna sarıp kendisine çekti, dudaklarına, bir öpüşme, öncekinden daha vahşi, daha arzulu, daha sıcak, daha soğuk, daha acı verici... Daha... Daha güzel...
"Beni öldürüyorsun".
°°°
İnliyordu, sadece inliyordu; ağlıyordu, titriyordu, sarsılıyordu, sallanıyordu. Acıyordu, hoşuna gidiyordu, sıcaktı, üşüyordu, terliyordu. İnliyordu. Adını inliyordu. Daha fazlası için inliyordu. Seviyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/288433529-288-k310773.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Sağında Doğuyor
Teen FictionGüneş sağında doğuyor. Göğsünde nefes alıyor. Kalbine eğiliyor. Solunda batıyor. Bir gün doluyor ve hala onu seviyor.