Tik...tak...tik...tak...tik...tak...Dünya gizemli bir yerdi.
İçinde ejderhalar, kurt adamlar, vampirler, denizadamları, at adamlar, tek boynuzlu atlar, cincüceler, evcinleri ve binlerce, belki milyonlarca efsanevi canavar vardı. Sihir evrenin merkezinden bir yerlerden dünyaya inmiş, orada öyle destansı bir hikaye inşa etmişti ki artık sihrin olmadığı tek bir an bile hayal edemezdin.
Gel gör ki...
...İçinde aynı zamanda sıkıcı tek düze evler, anlamsız zaman kaybı kurallar, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ev ödevleri, gri duvarlı kocaman binalar, herşeyi kontrol eden gürültülü makinalar ve sanki ruhsuz, hep bir yerlere yetişmeye çalışan hızlı insan yığınları vardı.
Sihir dünyası ve muggle dünyası arasındaki uçurum o kadar derindi ki küçük çocuk bazen ikisinden birinin varlığına inanmakta güçlük çekiyordu.
Bazen... anne ve babasına itiraf etmekten çekinse de... uyanmaktan korkuyordu. Uyanıp sihre dair herşeyin küçük bir zihnin çılgın yansımaları olduğunu öğrenmekten çok çekiniyordu. Çok ilginçtir ki onu bu kötü kabuslarından uyandıran şey keskin bir soğuk oluyordu. Hemen yanıbaşında olan, onu üşüten ama bir o kadar da rahatlatan soğukluk anne ve babasından yayılan görünmez bir dokunuştu.
Bir diğer yandan, muggle dünyasının tekdüze griliği de pek inandırıcı gelmiyordu. İnsanlar nasıl... nasıl bu kadar ruhsuz olabilirdi ki? Bu mümkün müydü? Bu gerçek miydi? Acaba zamanın birinde birileri milyonlarca ruh emiciyi muggle dünyasına salmıştı da şu an insan gibi görünen, yürüyen, konuşan et yığınlarının içinde aslında tek bir ruh kalıntısı dahi bırakmamış mıydı?
Bazen, eğer bir deli gibi görünmese, gidecek ve o sıkıcı et kütlelerine teker teker dokunacaktı. Belki gerçek değillerdi. Belki hepsi birer hayal ürünüydü. Belki eli içlerinden geçip gidecekti. Kim bilir?
Yoksa neden gözleri olduğu halde bu kadar kör olabilirlerdi ki?
Neden kulakları olduğu halde gerçeği duyamıyorlardı ki?
Herkes birşeylere yetişmeye çalışıyordu, ama aceleden geride bıraktıkları renkli düşlerini, yolda düşürdükleri umutlarını, yanından geçip görmezlikten geldikleri vicdanlarını unutmuş gibiydiler.
Küçük çocuk bir çok arkadaşının artık Noel Babaya inanmadığını biliyordu. Bu çok büyük bir sorun değildi. Ama artık sihre de inanmıyorlardı. Ejderhalar sadece birer masaldı. Denizkızları sadece hikayelerde yaşardı. Periler hayal ürünüydü. Kurt adamlar ise yaramaz çocukları korkutmak için uydurulmuş bir yalandı.
Artık muggle dünyasında kimse büyü yapmak istemiyordu. Kimsenin inanılması güç hayalleri yoktu. Çoğu muggle artık doktor ya da astronot olmaktan da ümidi kesmişti.
Hatta artık hayattan öyle bağları kopmuş, öyle körleşmişlerdi ki kimse yanlış birşey gördüğünde durdurmuyordu. Henüz kendini koruyamadan önce ona sataşmayı seven zorbalara hiç kimse engel olmamıştı. Onu korumakla sorumlu yetişkinler ve öğretmenler de birşey yapmamıştı.
Mugglelar eskiden kalma siyah beyaz bir film gibi sadece kendilerine biçilmiş rolleri oynuyor ve derin bir uyku içinde yaşayıp gidiyordu.
İşte tam bu yüzden Harry bazen esas inanması güç olanın muggle dünyası olduğunu düşünüyordu.
Tik...tak...Tik.. tak...Tik...tak...
Zümrüt gözlü çocuk tekrar başını kaldırıp saate baktı. Emindi, zamanın birinde yaşamış çok ama çok karanlık bir büyücü Zaman'ın kendisine çok karanlık bir lanet yapmış olmalıydı.
Zamanı, insanlar hemen geçmesini istediğinde çok yavaş akmasına, hiç bitmemesini istediğinde ise hemen geçmesine büyülemişti kesin.
Eğer ortada bir kara büyü olmasaydı bu sıkıcı ders mutlaka çoktan bitmişti.
Anne ve babasının neden derse gelmesi konusunda ısrarcı olduğunu anlayamıyordu? Hem de bugün!
Derin bir of çekip Matematik kitabının kenarına bir asa çizmeye koyuldu.
Bu çizdiği onun asası olacaktı. Bugün almayı başaracağı asa belki işte tam da bu şekilde olacaktı. Kopkoyu bir siyahlıkta olabilirdi. Düşmanlarının göğsüne korku salabilirdi. Ya da parlak gümüş rengi de olabilirdi. Her asayı salladığında çevresindekilerin gözü kamaşırdı. Belki de masum tatlı, mavi bir asa onu seçerdi. Çünkü babası, küçükken dinozor yüreği telinden bir asa istediğinde, Bay Ollivander'ın sözlerini çok iyi hatırlıyordu.
"Asa büyücüyü seçer, Bay Potter." demişti.
Küçük James Potter, henüz o gün tanıştığı bir muggle doğumludan ejderhaların çok da havalı olmadığını, dinozorlara benzediğini duymuştu.
Bu kızıl saçlı, zümrüt gözlü muggle doğumlu kız, James Potter'ı çok etkilemiş olmalıydı ki asa dükkanına girdiğinde henüz selam bile vermeden istediği şeyin bir dinozor yapımı asa olduğunu söylemişti.
Bay Ollivander, dinozorların tam olarak ne olduğunu bilmese de o derin sesiyle gizemli bir şekilde söylemişti o ünlü sözünü...
Harry biliyordu ki onun asası bir dinozordan daha güçlü olacaktı. Çok yakında asasına kavuşacaktı. Aksi düşünülemezdi.
Bugün büyük gündü!
Bugün Harry'nin 8. yaş günüydü. Yıllardır bu günü bekliyordu. Bugün için çalışıyordu. Bu günü iple çekiyordu.
Sonunda o büyük gün gelmişti.
Harry Potter, Sihir Dünyasına geri dönecekti. Anne ve babasıyla Diyagon Yoluna gidecekti, asasını alacak, Sirius Black ve Remus Lupin'e ne olduğunu öğrenecek ve Dumbledore'un neler çevirdiğini anlayacaktı.
Daha da önemlisi bir daha asla Privet Drive'a adım atmayacaktı.
Harry'nin babasının ailesi görünüşe bakılırsa çok köklü safkan bir aileydi. Gringotts'a gittiğinde babasına ait olan bir çok ev ve malikaneden en sevdiğini seçebilirdi.
Küçük çocuk kocaman bir ev istiyordu. Kesinlikle bir dolaptan ya da küçük bir odadan büyük olmalıydı. Uzun merdivenleri olmalıydı. Merdivenlerin zirve noktasında kenarlıklara oturduğunda aşağı kayması saatler süren kocaman merdivenler istiyordu. Tabi bir de Quidditch sahası gerekliydi.
Harry'nin belki de en çok merak ettiği şey buydu.
James Potter'ın Quidditch tutkusunu ölüm bile söndürememişti. Babasının anlattıklarına bakılırsa uçmak o kadar keyifliydi ki Harry denemek için sabırsızlanıyordu.
Küçük çocuğun yapmak istediği şeyler, görmek istediği devasa yeni bir dünya vardı ve artık sabredemiyordu.
Gözleri saatin o acımasız dakikalarını takip ediyordu. Anne ve babası tam da o kapının arkasında oğullarını bekliyordu.
Harry derste iken onu rahatsız etmek istemiyorlardı. Lily Potter, oğlunun başarılı bir öğrenci olması konusunda gayet iddialıydı ve bunu gerçekleştirmek için elinden geleni yapmaya hazırdı.
Tik.. tak...Tik... tak... zırrrrrrr
"İŞTE BU!"
diye bağırdı Harry ve hızla çantasını alarak yerinden fırladı.
"Bay Potter sakin olun. Hemen geri dönün! BAY POTTER! Ödevinizi almadınız! Bay--"
Ona merakla bakan öğrencileri, arkasından kızgınlıkla bağıran öğretmenini görmezlikten geldi.
Bugün Harry Potter'ı hiç bir güç durduramazdı.
Harry Potter, sihir dünyasına geri dönüyordu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En Son Yok Edilecek Düşman Ölümdür.
FanfictionLily ve James Potter öldü. Ancak Ölüm'ü bir dost gibi selamlayıp bir sonraki maceralarına doğru yola çıkmak yerine, hayalet olarak geri döndüler. Oğullarının, Dursleylerin kapısı önüne bırakıldığını ve Dumbledore'un perde arkasındaki kuklacı olduğu...