Dudağının üstüne kapanan yumuşak dudaklarla birkaç adım sendeledi, Hyunjin. Dengesini nasıl koruyabildiğini anlamamıştı. Ta ki belini saran kolu hissedene kadar.
Çocukluğuna özlem duyan mutsuz yetişkinlerden değildi. Buna emindi. Yolunda giden bir hayatı vardı. Günlük koşuşturmacasının ardından oturup da çocukluğunun sakinliğine dönmeyi hayal etmezdi. Sadece bazen o zamanki hislerini çok özlediği olurdu. İşte şu an, tam da o anlardan birisini yaşıyordu.
Bünyesi hassas olduğu için akranlarına göre daha fazla hasta olurdu. Bu da bazı kısıtlamaları peşinde getirirdi. En başta da dondurma yasağını. Haftada bir kere ile sınırlıydı. İkinciyi yemek istemesi bile keskin kurallarla yasaklanmıştı. Kurallara uyardı, Hyunjin.
Tabi sadece o kuralları koyan kişilerin önünde.
O haftaki ikinci dondurmasını alırken, omuzları dik bir şekilde bakkala girerdi. Kimse, onun dondurma yasağını çiğnediğini düşünmezdi. Bakkalın arka tarafına geçip süslü ambalajı yırtarken, omuzlarını indirirdi. Güçsüz düştüğü bir andı. Bastıramadığı isteğine karşı mağlup gelmişti. Heyecandan ıslattığı dudağı, dondurma ile temas ettiğinde gözlerini kapatıp o anın tadını çıkarırdı.
Yasak şeyler, her zaman daha çekici ve lezzetli gelirdi.
Bu dondurma kaçamakları dışında bu hissin, tüm vücudunu sardığını hissettiği zamanlar azdı. Artık isteklerine karşı koyabilmeyi öğrenmiş ve sonradan başına iş açacak durumlardan uzak durmuştu. Şimdi ise çocukluğuna dönmüş gibi hissediyordu.
İlk kez geldiği bir ülkede, daha önce hiç görmediği asker üniformalı bir adam tarafından öpülürken.
Aniden gelen bu öpücüğün sebebini bilmiyordu. Tek bildiği, karşılık vermek istemesiydi. Yıllar önce yediği vanilyalı dondurmanın tadını tekrar almıştı. Nazikçe dudağını ezen adamın dudakları, ona ne kadar arasa da bulamadığı o lezzeti hatırlatmıştı.
Dayanılmaz bir karşılık verme isteği ile yanıp tutuşurken, adamın geri çekilmesiyle hayal kırıklığı yaşadı. Kapattığı gözlerini açıp kırpıştırarak etrafına bakındı. Doğru hatırlıyordu. Kendisini öpen bir askerdi. Üstelik omzundaki rütbesinden anladığı kadarıyla oldukça üst düzey bir askerdi.
"Üzgünüm. Sizi öpmek zorunda kaldım."
Nasıl bir zorundalık böyle bir öpücüğe sebep olabilirdi ki? Hyunjin, hâlâ rütbesini çözmeye çalıştığı adamın omzundan bakışlarını çekip yüzüne çıkardı. Dikkatini çeken ilk yer, az önceki tek taraflı öpüşmeden dolayı hafifçe kızaran dudaklar oldu.
Çok güzeldi. Hyunjin, kendisine saçma sapan bir açıklama yapmak için aralanan dudakları sadece öpmek istiyordu. "Cevap vermeyecek misiniz?" Ne kadar aç gözlerle baktığını fark edince cevap bekleyen adamın tüm yüzünü incelemeye geçti.
Her şeyiyle çok güzeldi.
Hayatı boyunca görüp görebileceği en kusursuz yüz karşısındaydı. Bu, öznel bir düşünce değildi. Gayet objektif bir yaklaşımdı. Hiçbir kusuru yoktu. Sanki tüm hatları, usta bir kalemin elinden çıkmış gibiydi. Gerçek olamayacak kadar güzeldi.
"Beni incelemeniz bittiyse konuşabilir miyiz?"
Bu kadar mükemmel bir yüze de böyle pürüzsüz bir ses yakışırdı demek istedi. Eğer dili tutulmuş gibi hissetmeseydi derdi. "Efendim?" Dili tutulmamıştı ama ağzından çıkan da pek tatmin edici değildi. Dudaklarının sıcaklığını hatırlamaya çalıştığı adam, bunu umursamış durmuyordu. Daha çok pişman gibiydi.
Pişmanlık. İkisinin de karnındaki rahatsız edici his, buydu. Minho, hiç yaşanmaması gereken bir öpücüğün içine bir yabancıyı çekmekten; Hyunjin, bu öpücüğe karşılık vermeye geciktiğinden pişmandı.
"Peşimdekileri atlatmak için sizi öpmek zorunda kaldım. Gerçekten üzgünüm." O an, kuytu bir köşeye çekildiğini fark etti; Hyunjin. Duvar kenarındayken dahi nasıl dengesini kaybetmişti ki? Ve her şey nasıl on saniye içinde yaşanıp da tarih olmuştu? Aklını kurcalayan o kadar soru vardı ki karşısındaki adamın peşindekileri merak etmedi. Gereksiz bir detaydı.
"Bana çok büyük bir iyiliğiniz dokundu. Teşekkür ederim." Sokak ışığının altındayken ondan rol çalmaya çekinmeyen Hyunjin'e minnettar bir şekilde gülümsedikten sonra yere düşen şapkasını aldı, Minho. Ne zaman düştüğünü bilmiyordu. Kendi halinde gezinen bir yabancıyı, kolundan tutup kendisine çekerken düşürmüş olmalıydı. Siyah saç tutamlarını hızlıca düzeltip şapkasını geçirdi.
Hyunjin, bir daha görmeyeceğine emin olduğu birine adını söyleyip söylememe konusunda kararsız kaldı. Bugün, ne kadar çok kararsız kalıyordu.
"Hyunjin. İsmim, Hyunjin." Kuzey Kore'ye beraber geldiği arkadaşlarının aksine etrafı gezme kararı aldığında da böyle aceleciydi. Hem fazlasıyla düşünüyor hem de hiç düşünmemişçesine hızlı hareket ediyordu.
Birkaç adım ilerlemiş olan Minho, duraksayıp arkasına döndü. Biliyordu. Onun sadece ismini değil yediğinde alerjik reaksiyon gösterdiği meyveyi dahi biliyordu. Hafifçe kıvrılan dudakları küçük bir gülümseme sunduktan sonra yoluna devam etti.
Yeterince uzaklaştığına emin olurken telefonunu çıkarıp en üstteki numarayı tuşladı. Kaç haftadır yaptıkları plan, Hyunjin'in ani kararları yüzünden biraz değişmek zorunda kalsa da başarıya ulaşmıştı. Kulağındaki telefon, birkaç kere tekrar eden sinyal sesinden sonra karşı tarafın sesini duymasını sağlarken; kolundaki saate bakıp emin oldu.
"Uçağı kaçırdı."
I went through Hell, to get to high water
And now I'm tryin' not drown30.10.2021, hell or high water
Kavuşması zor bir çiftin hikayesi... Sekiz bölüm, angst.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"hell or high water"
Fanfiction"Başka bir evrende, tekrar." angst| hyunho The Neighbourhood - hell or high water