Tripped and fell, in the wishing well

1K 162 202
                                    

"Öpemezsin."

Minho, tek kelimesiyle arabadaki atmosferi tamamen değiştirdiğinin farkındaydı. "Dediğim gibi benimle ilgili beklentiye girmeni istemiyorum. Her şey bittikten sonra yollarımız ayrılacak. Birbirimize alışmamız iyi olmaz."

"Yumruk atabilirdin."

"Ne?"

"Madem beklentiye girmemi istemiyordun, en başta öpmek yerine yumruk atabilirdin. Ya da çelme takabilirdin. Ne bileyim yapardın herhangi bir şey. Öpmek zorunda değildin." Resmen öpüşmek için yalvardığını düşündüğünden titreyen sesine kızdı, Hyunjin.

Böyle biri değildi. Asla istenmediği yerde durmazdı. Şimdi neden gururu saklanmaya karar vermişti? Şu an omuzları dik bir şekilde duruyor olabilirdi ama onları örten ceketin sahibinin gücü altında eziliyordu.

"İlk öpücüğümdü. Seninle olduğu için mutluyum ve bencillik ama pişman değilim."

"Haklısın, fiziksel zarar vermek istemezken; duygusal olarak zarar vereceğimi kestiremedim." İlk öpücüğü olduğundan vazgeçip başka bir şeyler açıklarken; ensesini kaşıdı, Minho. Kaç saat olmuştu? Kaç saattir Hyunjin hayatındaydı da böyle değişmişti?

Kendisini tanıyamıyordu. Kendisine yabancılaştıkça dengesiz bir adam oluyordu. Hyunjin'i itmek için her şeyi yapıyor sonra birden daha fazla çekiyordu. Hem onu, kaybetmekten korkuyor hem de gitmesini istiyordu.

"İstediğin kadar olumsuz tez sun. Korktuğunu biliyorum, Minho. Bağlanmaktan korkan, sensin. Beni bahane etme. Duygusal açıdan yıkabileceğin biri değilim."

İşte bilmediği bir şey öğrenmişti, Minho. Hyunjin'in karpuza olan alerjisini dahi bilse de bunu bilmiyordu. Onun, duygusal açıdan kendisinden kat be kat güçlü olduğunu bilmiyordu. "Başını kaldırıp nerede olduğuna bak. Ya da yardım etme kararı aldığın çifti düşün. Burası, Güney Kore değil."

"Ne sanıyorsun? Güney Kore, Avrupa ülkesi mi?" Hyunjin, üstündeki ceketi çıkartıp arka koltuğa fırlattı. Tek bir öpücükle bacaklarını titreten bu adamın, sesindeki korku canını sıkmıştı. "Yeji ve Ryujin, burada yaşamalarına rağmen sevgiliyken; sen, sadece korkağın tekisin. Yüzbaşı Lee Minho."

Arabadan inmek için sağına dönerken, herhangi bir şey bekledi. Bileğinden tutulabilirdi. Aniden öpülebilirdi. Hatta yumruk bile yiyebilirdi, korkak dediği için. Hiçbiri olmazken, arabadaki can sıkıcı sessizlik devam ederken; sinirle indi. Nereye gideceğini bilmeden evin tersi yönünde yürümeye başladı.

Bu ülkeden de taşlı yollarından da nefret etmişti. Kollarını birbirine kavuşturarak yerdeki taşları tekmeleye tekmeleye yoluna devam etti. Tüm sinirini, ayağına takılan taşlardan çıkarmak bir süre sonra canını yaksa da durmadı. Gittikçe yakınlaşan motor sesine ve arkasından karanlık yolu aydınlatan farlara aldırmadı. Kaybolmak istiyordu.

Minho yüzünden kendisini kaybetmek değil; kendi başına kaybolmak.

"Üşüyeceksin. Arabaya gel."

Aynı hizaya gelince yavaşlayıp camını indiren Minho, inatla yürümeye devam eden bedene kaçıncı kez seslense de cevap alamayınca sertçe gaza basıp yanından hızla geçti. Yolu tamamen kapatacak şekilde önüne kırarken, fırlatılan ceketini de alıp arabadan indi. O inatçıysa, kendisi de inatçıydı.

Üşümesine ve daha fazla kaybolmuş hissetmesine izin vermeyecekti.

Büyük adımlarla gri saçlı bedene ilerleyip kolunun altına sıkıştırdığı ceketi, omuzlarına örttü. Hemen ardından kendine çekip sıkıca sarıldı. Kollarının arasındaki beden, kaskatı durmaya devam ederken; sarılmasını daha da sıkılaştırdı. "Birbirimize alışmamız iyi olmaz dedim, çoktan kapılmışken sana."

"hell or high water"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin