pinhani - beni sen inandır
genelde bu tarz hikayeler anlatan kişinin doğuşuyla başlar. yaşanmış ve yaşanacak her şeyin kaynağı doğum günüdür. şans kişiye gülerse ortalama 70-80 yıl sürecek hayat boyunca pek çok insan ile tanışılır, belli başlı hatalar yapılır, pişman olma sürecinin ardından aynı hatalar tekrarlanır durur.
ben hyunjin, mahallenin deli dolu, cebinde renkli lastik tokalar ve karpuzlu sakızlar taşıyan, her an herkesin saçına küçük örgüler bırakmaya hazır oğlanı hyunjin. hatalar ile ilgili söylediğim her şeyi milyon kere duyabileceğiniz bir hikayeye sahibim fakat benim hikayem doğum günümden başlamıyor. benim hikayem evimden iki sokak arkadaki çocuk parkında başladı ve yedi yüz asırlık vampir olduğunu iddia eden kaçık bir herifin terasına kadar devam ediyor. -hanji'nin terası kırmızı çizgimdir. zira iki maddelik, bulutsuz bir gecede yıldızları en net görebileceğiniz mekanlar listesinin başını orası çeker.
dört-beş yaşında, ele avuca sığmayan bir hergele olduğum vakitler evde durduğum maksimum sekiz buçuk saatin sekizinde uyur, geri kalanında ise yemek yerdim. bu saatlerin dışında, her kesilişinde ağladığım kısa ama alnıma kadar düşebilen saçlarımı savurarak komşu teyzelere şirinlikler yapar, o gün benim için ne ayırdıysalar onu afiyetle mideme indirirdim. işte aynen böyle bir günde, gökyüzünde birbirine tutunan gri bulutlar çoğalırken ben salıncaklardan birine oturmuş, tüm hızımla sallanıyordum. gözlerim kapalıydı ve yüzüme vuran küçük damlaları umursamıyordum derken, ayaklarım bir şeye çarptı, çarptığım şey düştü, bu da yetmezmiş gibi avazı çıktığınca bağırıyordu. panikle yanına kadar atladığım sırada kendisini inceleme fırsatı bulmuştum; gerçekten cılız bir çocuktu ve siyah kabarık saçlarının başladığı yerde ağlamaya değer bir yara açılmıştı. bahsi geçen sağanak yağmurlu anım hanji'yi sırtlanıp, annemin onlarda olduğu haberini vermek için gönderildiği evlerine taşıdığım yolda ettiğimiz muhabbetler, bulduğumuz ortak noktalar sayesinde şahane arkadaşlığımızın doğuşuyla en güzel şekilde sonlanıyor ancak, bugün bile, dikkatli bakarsanız o zamanların taze yarasının izini görebilirsiniz.
🃏⛈🧛🏻🎸🛼🏘🖇🩹🎮
yılın ilk yağmurunun yağdığı gecede cebime sokup saklamak istediğim insanlar ile dolu ufak tefek şehrime geri döndüğümde düzenlemek için tüm paramı yatırdığım dairemin başkalarına yuva olduğunu fark edip tam anlamıyla kahrolmam yetmediğinden, bir de başım sıkıştıkça uğradığım pansiyonun yerine açılmış oyuncak dükkanı ile sırtına beyzbol sopası geçirilmiş cam biblo misali ayaklarımın dibine parça parça döküldüğümü hissettim. sevimli fontlar ile dükkanın adının yazıldığı tabelaya sırtımı vermişken yakınlarda oturan bütün arkadaşlarımı listeledim, hepsini geçerli sebeplerden eledim, elediklerimi tekrar gözden geçirerek şansımı zorladım ve sonuç olarak bebek kundaklar gibi kot ceketimle sarmaladığım gitarımı sıkıca tutup en derininden bir nefes vererek ayaklarımın benden daha iyi bildiği rotada koşmaya başlarken paçalarıma tutunan çamurları hiç umursamadım. hele bilmem kaç yıl öncesinde bu sokaklardan sırtımda çantam ile değil jisung ile geçmiştim ve bu farkındalık ensemden içeriye sızan soğuk damlayı sıcacık etti.
"ya neden hep"
koşarken kendi kendime konuştuğumu gören var mı diye etrafıma bakındım, kimsecikler yoktu.
"yağmurlu havada yangından mal kaçırır gibi evine koşabildiğim tek kişi o oluyor, nerede bunun mantıklı açıklaması?"
komiktir ki başımı ne zaman belaya sokacak olsam aynen bu şekil koşardım. yağmur çamur dinlemez, belanın nasıl bir bela olduğunu anlamaz, koşarak içine atlarım. çünkü jisung'un ensemden yakalayıp beni çekeceğini bilirdim, hatta aramızda kalsın; lise yıllarımda gelip kıçımı kurtarsın diye yok yere birkaç kavga çıkardım ama siz olsanız siz de çıkarırdınız. zira jisung ile kavgaya girmek evrenin en zevkli işidir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sahneyi kim yaktı
Fanficbaşımızı yerden kaldırmadan gökyüzünün güzelliğinden bahseden çocuklardık biz, darmadumanız şimdi