Bölüm 1

746 37 30
                                    

Son kolileri de yere bıraktıktan sonra tek eli belinde doğrulup yeni salonuna baktı. Kirli, perdesiz camları, bir iki parkesi sökülmüş zemini, yer yer boyası çıkmış muhtemelen en ufak harekette gıcırdayacak kapıları... Babasının evi değildi, ya da kira değildi. Otuz dört senelik hayatı boyunca ilk kez tam anlamıyla sahip olduğu şeydi burası. Ne kadar berbat görünse de burası onun eviydi. Ailesinin ''Kendi evine çıkınca yaparsın.'' lafları yoktu. Çakacağı çivi için bile ev sahibinden izin almayacaktı artık. 

Sol bileğini sallayıp dijital saatinin güçsüz ışığını görüş alanına aldı. Saat dördü çoktan geçmişti. Kendi odasına koymayı planladığı boy aynasını sırtlanıp dar koridordan geçti. Odasına vardığında bir iki koliyi devirip aynasını yere yatırdı. Yansıyan kısmından tavandaki çürükleri görebiliyordu. Yatağının üstündeki ıvır zıvırı yere indirdikten sonra yorganı kaldırmadan uzandı. Bitkin düşen vücudu uykuya dalarken koridordan duyduğu ayak seslerini uykulu oluşuna verdi...

***

Perdesiz camlardan giren güneşin sıklığı onu keyifsiz biçimde uyandırırken elini başına koydu. Tek eliyle destek alıp yavaşça doğruldu.  Kurumuş ağzını huysuzca şapırdatıp ayaklarını yere doğru sarkıttı. Çıplak ayakları zeminle buluştuğunda acelesiz acelesiz ayağa kalktı. Tutulmuş sırtını esnetmek için kollarını rastgele salladı. Tam kapının yanından geçerken ayağını büyük boy aynasına çarptı. Duvara yaslanmış, dik biçimde duran boy aynasına. Gözleri bir an için haddinden fazla açıldı. Hafızasına çok güvenmezdi ama aynayı yere yatırmıştı. Tüm gece zaten bir garip olmuştu. Yeni yerini yagırıyordu.''Olur böyle.'' diyerek geçiştirdi.

Olmaz mıydı böyle zaten? Sırtımızda birimizin nefesini hissettiğimizde arkamıza bakmaz, geçişitirirdik. Kahvemizi içmediğimiz halde azaldığında unutkanlığımız oluverirdi. Uyurken yatağın ucunda oluşan ağırlık, duvarlardan gelen sesler hep izlediğimiz filmlerden olurdu, bilinçaltımızın oyunlarıydı değil mi bunlar?

Koridoru geçtikten sonra küçük salonuna vardı. Salon ona sanki daha düzenli geldi, Kolilerin içi ağzına kadar doluydu ve hiçbirinden eşya dağılmamıştı. Ya annesine benzeyip fark etmeden düzenli olmaya başlamıştı ya da gözü alışıyordu.  Omuz silkip su ısıtıcısını aramaya koyuldu. Beyazdan beje dönmüş ısıtıcıyı bulduğunda mutfağa gidip çaprazındaki prizde fişi götürdü. İkinci denemede fişi yerine soktuktan sonra makineyi çalıştırdı. Külüstür şey seslice çalışmaya başladıktan sonra geçen gün aldığı kahvesinin kapağını açtı. Kolinin yanından sarkan su bardağını çalkalamaya gerek duymadan alıp tezgaha koydu. Kahvenin içinden çıkan kaşığı kahvenin içine daldırıp ardından kirli bardağa döktü. 

Az uyumuştu, yorgundu. Boğumlu parmaklarını şakaklarına dayadı. Gözlerini sıkıca kapadı. Saatin kaç olduğundan haberi yoktu. Fakat erken olduğu belliydi. En fazla üç saat uyumuştu. Saat dokuzda evlerinin alt caddesindeki duraktan temizlikçi kadını alacaktı. Evrak işlerini halletmişti. Boya gibi işleri şu anlık düşünmüyordu. Yarın işe gidecekti. Küçük bir lokantada aşçılık yapıyordu. Taşınma işlerden lokantadan üç günlüğüne izin almıştı. İşte patronunun azarını dinleyecekti. İzin verdiği halde yine de yakınacaktı. İşten çıkınca boya badana yaptırmak için görüşecekti. Boya ve badana için eşyalar hazırlanacaktı. Çok işi vardı. İşler için yorgundu. Sorumlulukları şimdiden ağır geliyordu. 

Gözlerini, ısıtıcının işini bitirdiğini gösteren tiz sesle açtı.  Nemli tezgaha attığı kaşığı hızlıca kahve kutusuna attı. Kapağını kapatıp eliyle kenara sürükledi. Sağ eliyle, ısıtıcıyı sapından tutup kaldırdı. Tam bardağa yaklaştırırken, elini hissedemedi. Bir saniyeden az bir zamanda olmuştu. Afallamış bir halde, ısıtıcıyı yere bıraktı. Arkasını dönüp sırtını tezgaha yasladı. Derince bir nefes aldı. Can evinde oluşan baskıyı gidermek için ciğerlerini sonuna kadar havayla doldurdu. Yolunda gitmeyen tek şey uyku düzeniydi. Metabolizması sadece uykuya olan ihtiyacını belli ediyordu. 

Telefonunun tanıdık melodisi kulaklarını doldurduğunda yaslandığı yerden doğrulup telefonu aramaya başladı. Sesin boğuk gelmesinden anladığı kadarıyla koltukların arasındaydı. Üçlü koltuğunun üstündeki koliyi aşağı indirip eliyle koltuk minderlerinin arasını yokladı. Eli, telefonun titreşimini hissettiğinde aceleyle onu kavradı. Arayan numarayı bilmiyordu. Baş parmağını ekranın üzerinde kaydırıp aramayı cevapladı.

''Tuğrul, yavrum. Durakta bekliyorum ben.'' Konuşan temizlik için tuttuğu kadındı. Saati en fazla yedi sanıyordu. Telefonu kulağından uzaklaştırıp saate baktı. Dokuzu on altı geçiyordu. Telefonu aceleyle kulağına götürdü.

''Afedersiniz, bayan. Hemen geliyorum.'' diyerek harekete geçti. Kadının onaylamasını alırken telefonu kapatmadan eşofmanın cebine attı. Asker yeşili rengi paltosunu beceriksizce üstüne geçirdikten sonra kapının deliğinde olan anahtarı cebine attı. Aceleyle evden çıktı. Boş apartmanda tek duyabildiği şey kendi ayak sesiydi. İlk kattaydı evi. Tek kat aşağı inip demir kapıyı açtı. Sokak boştu. Hızlı adımlarla aşağı caddeye indi.

***

''Evladım, burada mı oturuyorsun?'' Tuğrul, yaklaşık on saniyedir kapının önünde dikilen kadına baktı. ''Evet, teyze. N'oldu? Bir sorun mu var?''

Kadın, ona tedirgin gözlerle bakıp demir kapıya yöneldi. Tuğrul da omuz silkerek anahtarla kapıyı açtı. Kadınla beraber merdivenlerden çıkıyorlardı. Kendisi öndeydi. Kadının adımları her merdivende yavaşlıyordu. Son iki merdivende kadın durdu. ''Oğlum, yapmayacağım, para istemiyorum, oraya girmek istemiyorum.'' dedi. Tuğrul, şaşkın bir halde arkasını döndü. Sinirlenmişti. Son günlerdir zaten sinirleri uyarıdaydı. Yine de sakinliğini koruyarak kadına yaklaştı. 

''N'oldu, teyze? Bir şey varsa söyle.'' 

''Burada çalışmayacağım. Üzgünüm bey oğlum ama yapamam.''

Kadın merdivenlerden hızlıca inerken şu sözleri  apartman boşluğunda yankılandı : ''Eski bir falcının lafını dinle, oğlum.''

O'nun EliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin