Bölüm 2

332 22 24
                                    

Afallamış bir biçimde boş merdivenlere bakıyordu. Ne yapacağı konusunda bir fikri yoktu. Başka bir temizlikçi bulması gerekiyordu. Kadının yaptığına anlam verememişti. Belki de kurnaz birisiydi, arkasından giderse daha fazla para isteyecekti. Bunu düşününce şaşkınlığının örttüğü siniri gün yüzüne çıkmıştı.

Sağ elindeki anahtarı kapı değiline dayadı. Bir iki denemeden sonra anahtarı oturtup çevirdi. Kapı sıradan gürültüsüyle açılınca anahtarı çıkarıp içeri girdi. Tam giymediği ayakkabılarını çıkarıp kapıyı sertçe kapattı. Paltosunu çıkardı. Kapının sesi apartman boşluğunda yankılanırken muhtemelen soğmuş olan kahvesine yöneldi.

Kahvesini yudumlarken son haftasını gözden geçirdi. Aptal bir taşınma yüzünden insanlardan soyutlanmıştı. Kendini dışarı çıkmak zorunda gibi hissetti. Eşofmanının cebindeki telefonunu çıkarıp tuş kilidini açtı. Rehbere göz gezdirdi. Pek arkadaşı yoktu. Çekingen biri sayılabilirdi. Rehbere uzun uzun baktıktan sonra şu aralar en fazla görüştüğü kişiyi, Sezgin'i, aradı.

''Efendim, kardeşim.'' Arkadan sesler geliyordu. Kalabalık bir yerde olduğu belliydi.

''Şey, Sezgin. Ben diyecektim ki bugün boş musun?''

''Birilerinin canı sıkılmış sanırım. Gel, abi. Biz de çocuklarla dışarı çıkacaktık. Geçen gittiğimiz kafenin orada buluşal... Dur oğlum bir ya! Bırak o ilanı koparmayı!'' Sıkılmış bir şekilde telefonu kulağından uzaklaştırdı. Sıkıldığını somutlaştırmak için gözlerini devirdi.

Telefonu ağzına yaklaştırıp yarım saate geleceğini söyledi. Sezgin'in cevabını beklemeden kapadı. Giysilerinin olduğu koliyi gözüne kestirip ona doğru yöneldi. En üstteki bordo, düz tişörtünü sol koluna astı. Ardından diğer eliyle kolinin içine düzensizce yerleştirilmiş kıyafetleri biraz karıştırıp siyah bir pantolonu aldı. İkisini birden koltuğa atıp üstünüz çıkardı. Seçtiği şeyleri giydi. Kapının yanındaki sandalyede asılı olan paltosunu üstüne geçirdi. Mutfak tezgahında duran telefonunu ve anahtarını da alıp dışarı çıktı.

Otobüs iki sokak aşağıdan geçiyordu. Oraya kadar yürüdü. Hava bozacağa benziyordu. Bulutların kasvetli görüntüsü hoşuna gitmişti. Yağmur yağmasını istemiyordu ama havanın bu görüntüsünden de memnundu.

Boş sokaklarda yürüdü. Büyük adımları her seferinde hızlanıyordu. Camiinin yanından sola döndü. Hala kimse yoktu. Yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Kimsecikler yoktu. Herkes neredeydi? Burası hep mi böyleydi? Yoksa kendisi mi insan aramaya başlamıştı? Kendiyle sıkıcı çelişkisinden onu koparan arkasına duyduğu ayak sesi oldu. Otuzlu yaşlarının sonlarında bir bayan geçiyordu. Derin bir nefes aldı. Yoluna daha rahat bir şekilde devam etti.

Durağa geldiğinde etrafına baktı. Elinde envari çeşit poşetle gezen insanlar, annesine istediği oyuncağı almadı diye isyan eden küçük bir kız çocuğu, polis memurları, caddenin karşısında yapılan inşaatta çalışan işçiler... Aynıydı, olması gerektiği gibi. Bu aralar fazla kuruntu yapıyordu. Ciğerlerine şehrin kasvetli havasını doldurdu.

Otobüs, saat başında gelecekti. Yaklaşık on dakika sonra burada olamalıydı. Belki de on beş. Şehrin havası gibi trafiği de sürprizli olabiliyordu. Omuz silkti. Cam durağın köşesine yaslandı. Uykusuzluğu hala üzerindeydi. Gözlerini kapadı. Yaklaşık beş dakika öyle durduktan sonra otobüsü kaçırmamak için gözlerini açtı.

Dakikalar olabildiğince yavaş geçerken beklediği otobüsü virajın bitişinde görünce yaslandığı yerden doğruldu. Kurumuş ağzını şapırdattı. Bir şeyler içse iyi olacaktı. İnsanların otobüse binmek amacıyla yığıldığı yere yürüdü. Gözlerini kısıp insanların sırf yedi saniye önce otobüse binmek için birbirlerine yaptıkları saygısızlıkları izledi. Onaylamazcasına başını salladı.

Sıra kendisine gelince sakince araca bindi. Paltosunun iç cebinden ayırmadığı otobüs kartını sarı kutuda okuttu. Belki de hiçbir zaman beğenmeyeceği o garip ses çıktı. Kalan bakiyesini kontrol edip şoförle göz göze gelmeden arka koltuklara yürüdü.

Oturacak tek tük yerler vardı. Yaşlı bir adamın yanını gözüne kestirdi. Oturup cebinden telefonu çıkardı. Yorgun gözlerle saati kontol etti. Şimdiden dışarı çıktığına pişman olmuştu. Yol boyunca etraftaki insanların telefonlara düşüşünü, anlamsızca dışarıya bakışlarını, şoföre ülkenin nasıl kurtalacağıyla ilgili çözümleri anlatmasını izledi.

İneceği durağa yaklaşınca kırmızı düğmeye dayadığı elini düğmenin üstünde bastırdı. Yer çekimini fazlaca hissediyordu. Başı hızlıca döndü, eli kasıldı, kulakları kısa süreliğine uğuldadı. Saniyeler somut biçimde gözünün önünden geçerken tek yaptığı yutkunmak oldu. Kıpırdayamıyordu bile. Önündeki kapı onun duymadığı gürültüyle açılırken ilk başta hareketsizliğini sürdürdü. Otobüsün hareketiyle kapı kapanmaya başladı. Kapı yarısına kadar kapanmışken her şey çok hızlı gelişti.

Sağ eli, tüm vücudunu tutunduğu direkten destek alarak itti. Ayakları bedeninin geri kalanının otobüsten dışarı atılmasına yardımcı olmuştu. Bedeni asfaltın soğukluğuyla irkilirken muhtemelen soyulmuş ellerini pantolonuna silkti. Eve gidecekti. Midesi bulanıyordu. Yalpalayarak ayağa kalktı. Sprey boyalarla öldürülmüş duvara yasladı sırtını. Gözleri boş bakıyordu. Retinasının yandığını hissetti. Sağ eline gelen ani kasılmalardan kurtulmak için bileğini çevirdi. Pek yararı yoktu işte... Sol elinden beceriksizce destek alarak doğruldu.

Yoldan geçen taksiyi durdurmak için elini kaldırdı. Sarı araç lüzumsuz bir gürültüyle önünde durunca çöpten farksız olan bacaklarını harekete geçirdi. Taksiye bindi, kapıyı ancak ikinci denemesinde kapatabilmişti. Şoförün duyabileceği düzeyde evin adresini mırıldandı.

***

Daire kapısının sesi boş apartmanda yankılanırken paltosunu beceriksizce bedeninden ayırdı. Ayakkabılarının üstüne bırakıp bacaklarında kalan güç kırıntılarıyla koltuğun boş olan tarafına yöneldi. Kafasını yandaki koliye çevirdi. Kolinin içindeki buruşuk, boş kağıtları koltuğun kenarına yasladı. Koltuğun kenarına sıkışmış kurşun kalemi sağ eline aldı. Başını arkaya atıp istemsizce oynattığı sağ elinin kağıtta yaptığı hışırtıları dinledi.


***

''Kesin şunu! Ne diye çığlık atıyorsunuz?'' Genç adam, eğer sefaletin acımasız zehrini anlatmak isteseydi kafasının gerçeklik duvarlarında yankılanan sesleri kavrardı.

Gözlerini açamıyordu, hatta vücudunun tek hareketi inip kalkan göğüsüydü. Buna rağmen kendi salonunda olduğuna emindi. Tüm vücudu kasılmış durumdaydı. Sağ eli dışında. O çalışıyordu. Sıkıca tuttuğu kalemi buruşuk kağıtla sürtüşüyordu. Çıkan şeylerden habersizdi.

Boğazından hayvani bir hırıltı yükseldi. Kafasının içindeki sesler bu ufak mırıltıdan sonra daha da arttı. Söylenenlerden hiçbir şey anlayamıyordu. Sadece korku vardı seslerde. Bunların bir insandan çıkabilmesi imkansız gibiydi.

Kulak zarını zorluyordu sesler. Beyninin içindeydi sanki hepsi. Kafatasını yumrukluyorlardı. Oradan çıkmak için yarışırmışcasına... Ruh sağlıklarını arıyorlardı belki de... Hangi ses böylesine kalbe işleyebilirdi ki? Kafasının içinde olması değildi sorun. Sorun hepsinin uyumsuzluğuydu. Çığlık olmaktan uzaklaşmışlardı. Daha yoğunlardı. Tınılarındaki ürperti zihnine işliyordu. Öyle güvenli yer ediniyorlardı ki kendilerine, söküp atmak uğruna olacak mücadele kanı akmadan dondururdu. Her atılan düğüm bir kıvılcımdı. Belki de beyni yarı uyuşmuş olmasaydı ruhu yanıp kavrulacaktı.






O'nun EliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin