21

2.3K 224 225
                                    



Kaan ellerinden sızan kanı suyun altında tutarken kaşları çatık, kendi kendine söyleniyordu. Bir krizin eşiğinden döneli dakikalar olmuştu. Ve kesinlikle öfkeliydi.

Ardıl'ın ondan ısrarla istediği gibi kendini kaybetmeye başladığını hissettiği ilk an onu aramıştı. Birkaç kez olduğu gibi çabucak yanına geleceğini düşünmüştü fakat Ardıl adliyede çok acil bir işi olduğunu söylemişti. Ve Kaan onu aradığı için aptal gibi hissetmişti. Madem bu denli yoğundu, ne diye onu aramasını istemişti? Ona muhtaç olunması mı hoşuna gidiyordu?

Homurdanarak enjektör iğnesiyle olan münasebetinden kalan kanı temizledi teninden. Bir de bu vardı, Ardıl evde ne var ne yok toplamıştı ve telefonundaki bazı numaraları da silmişti. İhtiyaç duyduğuna ulaşması bu yüzden imkansızdı. Günün sonunda elinde yalnızca yoksunluk krizi, birkaç kesik vardı ve kahrolası arkadaşı ise kesinlikle yoktu.

Derin bir iç çekti. Eğilip lavaboda yüzüne su çarptı. Tekrar doğrulup aynadaki yansımasına rastlarken yüzünden boynuna sızıyordu damlalar. Yorgun görünüyordu; saçları uzamıştı, göz altları morarmıştı. Yine de hissettiği kadar kötü görünmediğini sandı.

Biraz sonra zilin sesini duydu. Yüreğinde ezilmeye benzer bir umut filizlendi. Belki de Ardıl gelmişti, belki de bir kez olsun ilk plana alınacak kadar değerliydi varlığı.

Vücudunda hafif bir tutuklukla yüzünü kuruladı. Acele etmeden yaklaştı kapıya. Kalbinin kulaklarında attığını pekâlâ söyleyebilirdi. Küçük bir çocuk yahut kimsesiz yaşlı bir adam gibi muhtaçtı tanınmaya.

Elini kapının kulbuna attı, indirip açılmasını sağladı. Görüş alanı genişlerken yavaşça çıkardı irislerini misafirinin yüzüne.

Gelen belki o gün değil fakat ömrü boyunca beklediği kişiydi.

Göğsünün ortasında oluşan baskıyı tanımlamak imkansıza epeyce yakındı. Fakat deneyecek olsa, uçurumun tepesinden denize atlamak veya çakılmakla açıklayabilirdi. Ölümle adrenalinin tam ortasında, belki ölüme yakın bir varoluş kriziydi.

Onun elleri titriyordu, sesi çıkmıyordu fakat karşısındaki adam gülümsedi buruk bir ifadeyle.

"Merhaba." Susuzluk damarlarını sarmıştı. Ömründe hiç olmadığı kadar ezildiğini hissetti.

"Ardıl mı gönderdi seni?" Yara bere içindeki ellerini eşofmanının cebine attı. Sesi içindeki kasırganın yansıması gibi soğuk ve öfkeliydi.

Görkem başını iki yana salladı.

"Sen onu aradığında yanındaydım. Israr ettim." Gözleri mahçup bakıyordu, Kaan fazla umut etmek istemedi ama özlemi de görebiliyordu gözlerinde. Elinin altındaki kapı kulbunu sıktı.

"Gördüğün gibi iyiyim." Gözleri yerde oyalandı, Görkem'e bakmadı.

"Yine de emin olmak isterim." Öyle mahçup geliyordu ki sesi, Kaan defalarca onun tarafından terk edilmemiş olsa inanırdı. Başını kaldırdı, eğmenin anlamı yoktu. Gözlerini buldu kara gözleri. Dişlerini sıktı, çene hattı gösterdi kendini. Başıyla içeriyi gösterdi Görkem'e. Görkem gizlemediği bir zafer gülümsemesiyle ayakkabıları çıkarıp içeri geçerken Kaan elleri cebinde mutfağa ilerliyordu.

Kaan'ın korku ve öfkeye bulanmış hislerinin yanında Görkem çocuksu yanının esiriydi. Kaan'a bakıyordu ve düşündüğü tek bir şey vardı, onu bunca yıl sonra görmenin bile ne denli güzel olduğu.

Kaan'ı gülümserken, huzurluyken görmek zordu. Bu hisler sanki hiç uğramamıştı bu günlerde eskisi kadar genç olmayan adama. Yahut öfkesinden sızmak, duvarlarının ardındaki titrek ruha dokunmak paha biçilmezdi. Görkem hayatının birkaç döneminde tattığı bu hisse hasretti.

Tilki | ⚣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin