ve sen hala sorumu cevaplamadın.-
"Neler yapıyorsun?" diye sordu. Bu tesadüfi karşılaşmaya benim kadar şaşırmamış görünüyordu. Hatta neredeyse bunun olacağını biliyormuş gibi bir hali vardı. Onunla karşı karşıya olmanın hissettirdiği tanıdıklık hoşuma gitmişti. Uzun zamandır benimle beraber olan yalnızlığımın bir süreliğine ortadan kaybolmasından zarar gelmezdi.
Kafamı iki yana salladım. Ellerimle kahve bardağının etrafını sarıp ısınmaya çalışıyordum. Az öncekinden daha kararlı bir sesle "Yazarlık yapıyorum." dedim. Buna da şaşırmamıştı. Beklendik bir cevap olmalıydı. Onun nasıl olduğunu, ne yaptığını ve dilimin varmayacağı pek çok sorunun cevabını merak ediyordum ama sormak istemedim. Hayatımdan yarım yamalak da olsa çıkmışken tekrar girmesine izin veremezdim. Belki de sadece hatıralarımda eskisi gibi kalmasını istediğimdendi, bilmiyordum.
Ekin kafasını salladı. Bencilce soruyu ona geri yöneltmemiş olmama rağmen eski zamanların hatrına konuşmak gerektiğini düşündüm. Yapmacık bir gülüş takındım. "Çok hızlı geçiyor zaman. Yine de şimdi seninle konuşurken her şey aynı gibi." dedim. İnanmadan söylediğim bu cümlenin ağırlığı omuzlarıma çöktü. Derin bir nefes verdim ve üstün çabalarla oluşturduğum gülüşüm kayboldu. Hiçbir şey aynı değildi, yalancılığım hariç.
"Sanki hiçbir şey değişmemiş gibi." diye devam ettim kısık bir sesle. Oysaki Ekin'in bakışlarındaki durgunluğun yerini 'ben ölmek istiyorum' diye bağıran bir yıkılmışlığa bıraktığı apaçık ortadaydı. Hareketlerindeki alaycılığın artık kendini eğlendiriyormuş gibi değil de bir yardım çığlığı gibi gözüktüğünü kendi kafamdan uydurmuş olamazdım. O bütünüyle hayattan kopmuş gibiydi. Bana hüzünlü gözüktüğümü söylerken o hüzünlü bile olamayacak kadar duygularından uzaklaşmıştı.
Sessizce "Sanki." diye mırıldandı. Sonra gözlerinde ilk kez gördüğüm bir merakla bana baktı. "Sana nasıl davranırdım ki?" diye sordu.
Bana yaptıklarını yüzüne vursam biraz bile hüzünlenmeyeceğini, hatta içten içe bundan haz duyacağını biliyordum. Buna gamsızlık denmezdi de ne denirdi? Kelimelerimi ondan sakınmadım. "Kaba davranırdın." dedim kendimden emin bir şekilde. Sonra kendimi bir başka cümleyi söylemekten alıkoyamadım. Eminlikten çok uzak, güçsüz ve iradesizce bir tavırla "ama ben seni severdim." diye ekledim. Kim eski dostunu sevmezdi ki sonuçta?İşte şimdi biraz hüzüne bulanmıştı yüzü. Belki biraz pişmanlık da vardı işin içinde. Daha da duygusuz birine dönüştüğünü düşünmüş olmama rağmen gözlerinde bana karşı ilk kez bir şefkat görmüştüm. Olgunlaşmış, aklı başına gelmişti belki de...
Önüne bir bardak sıcak çikolata geldi. Hava soğuyunca bundan içerdi hep. Garsona başıyla teşekkür edip tekrar bana döndü. "Üzgünüm. Öyle yapmak istemedim hiç." dedi. Ve sanki bu sözünün sihirli bir şekilde tüm yaptıklarını sileceğine yürekten inanıyor gibiydi. Beni sözleriyle ikna etmeye alışmış olmalıydı.
"Biliyorum." diyip yutkundum. Çünkü bu da bundan önceki laflarımın hepsi gibi yalandan ibaretti. Beni 'öyle yapmak isteyerek' üzdüğünü her zaman biliyordum. Buna izin vermiştim hep.
Yağmur şiddetini arttırmıştı. Bulunduğum yerde bir süre daha mahsur kalacağımı biliyordum ve bu süredeki muhabbetimiz daha çekilir olsun diye dua ediyordum.
"Bunlar hakkında konuşmak çok zor." dedi.
"Konuşmayalım istersen, rahatsız olmanı istemem." dedim. Yaşadıklarımızın bana kattığı bir geri çekilme içgüdüsüydü bu.
"Rahatsız değilim... Sadece, madem hislerinden kurtulmak üzeresin. Onları tetiklememeliyim, değil mi?" dedi.
Konuyu bu kadar bariz olarak ortaya dökmesiyle sandalyemde biraz dikleştim. Ben artık küçük bir çocuk değildim ya, ondan lafımı sakınmamalıydım. İstediğimi söylemeliydim. Doğru dürüst yüzleşmeliydim onunla.
"Kurtulamam Ekin, tanıştığım kaç kişiye senden bahsettim biliyor musun? Seni hiç unutamadım, Aklımdan çıkmadın bir türlü,
Hayatımda başka birisi olmasını da istedim ama herkeste seni aradım sanırım. çok eşsiz birisin bunu da o zaman farkettim."
Ve onu yermek için açtığım ağzımı yine övgülerle kapatmış oldum. Kendime olan sinirim gece vakti tepeme çıkacaktı muhtemelen. Neden böyle söylediğimle ilgili kendime kızıp duracaktım. Ne yaparsam yapayım ben hiçbir zaman onun hakkında kötü konuşmayı başaramıyordum.
"Sana inanabilecek durumda değilim." dedi. Ve yine o zehirli dilini işin içine sokacağından adım gibi emindim.
Onu böyle bulmayı beklemiyordum. Siyah saçları son gördüğüm günden beri hiç kesilmemiş, omuzlarına gelecek kadar uzamıştı. Kaşları gözlerine doğru çökmüş, onları daha da kederli göstermişti. Zayıflamış, elmacık kemikleri ve burnundaki kemer ortaya çıkmıştı. Eski kaba saba görünüşü baskılanmış, geriye bir enkaz kalmıştı. Elbette onu aynı bulmayacağımı biliyordum ama böyle olacağını da düşünmemiştim. Birbirimizden beterdik.
Bütün bu düşünceler beni "Neden?" diye sormaya itti. "Neden inanmıyorsun?"
Ona defalarca sorduğum bu soru bu kez içimden taşan duyguları beraberinde çekmişti. Midemin bulantısı, heyecanım, üzüntüm, çok özlediğim suratının bana hissettirdiği her şey bir anda ağzımdan çıkan dumanla uçup gitti. Çenem titriyor, sesimdeki dalgalanmayı kontrol edemiyordum. Ellerim yanmasına rağmen onları sıcak bardaktan çekemeyecek kadar uyuşmuştum. Bağırmak istiyordum. Suratına doğru bütün sinirimle, bütün çaresizliğimle bağırmak istiyordum. Bu kez sorumu cevapsız bırakmasın istiyordum. Bütün bunlardan öte ben ona sımsıkı sarılmak istiyordum.
Göz pınarımdan dudaklarıma doğru akan damlayı izledi. Acıyormuş gibi bir ifade vardı suratında. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi kaçırıp tekrar o sarmaşığı izlemeye başladım.
"Başkaları oldu biliyorum,
ve onlarda beni aramadın.
şu anda sadece eski aşkını tekrar bulmaya çalışıyorsun."
--
hiçbir şey aynı değil
yalancılığım hariç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu gece seni terk ediyorum. (bxb)
Short Story-kısa hikaye- "Sırf yapabiliyorum diye seni üzecek değilim." - Kuzey, yıllar öncesinden kalma bir kartpostalı bulduğu günün akşamında bir tesadüfler silsilesinin içine düşer.