bana yalan söyledin, her hikaye sakin başlamıyor.-
"Nerede bu aptal kart?" diye bağırdım. Tıpkı bundan önceki bağrışlarım gibi bu da evin yıkık dökük duvarlarına çarpıp aynı sersem tonda kulaklarıma geri döndü. Bazen bu evi bir adımlık bile yer kalmayacak kadar mobilyayla kaplamak istiyordum. Böylece yankı denen illet her monoloğumda bana deli gibi hissettirmeyi bırakabilirdi.
Münzevi hayatımın 'yeter artık' diyebilecek kadar ilerlemiş bir kısmındaydım. Yalnızlık insanın bir parçası olabilirdi elbet, yine de inanıyorum ki bir parçadan fazlası olmamalıydı. Öyle olunca insanın ölesi gelirdi.
Yaka kartımı arıyordum. Her sabah onu sanki bir gece öncesinde elimde değilmiş gibi evin muhtelif yerlerinde kaybederdim. İşe geç kalmış olmama rağmen onu bulamıyordum. Her seferinde onu iş yerinde bırakmam gerektiğini kendime hatırlatıyor olsam da sanıyorum ki içimde yaşama tutunmaya çalışan bir tarafım sabahları kart aramanın heyecanını elimden almak istemiyordu. Doğru, her ne kadar tepemin tasını attırsa da benim için komik bir uğraş haline de gelmişti çoktan.
Kitaplığımdaki kitapların bir kısmını yerinden çıkarıp aralarına baktım. Kartı dün buraya koymadığımdan adım gibi emin olsam da ufak saklambaç oyunuma hareket katmak için fırının içini bile arayabilirdim. Kitapların aralarına baktım ama kartımı bulamadım. Sonra elimdekileri geri yerleştirdim. Bunlar benim lise yıllarımda okuduğum kalın romanlardı. "Bülbülü Öldürmek, Silahlara Veda, Gazap Üzümleri ve..'
Son kitabın kapağı benimle dalga geçer gibi tertemiz duruyordu. Lila renkli, üstünde ise görmeye katlanamadığım hüzünlü bir erkek ve kadın var. Elimi kapağın üstünde dolaştırdım. Midem tepetaklak olmuş olmalıydı. Neredeyse kusacaktım. Belki de ağlayacaktım. Sabahın bu saatinde, üstelik de böyle kasvetli bir günde olacak iş değildi. Parmaklarım kitabın kapağında dolaşmaya devam ederken aklım da tozlu anılarda dolaşıyordu.
"Uğultulu Tepeler.." dedim sessizce.
Bir damla gözyaşım kitabın sugeçirmez kapağına düştü. Gözlerimi kapattım, kirpiklerimdeki ıslaklığı hissedebiliyordum. Kitabı geri koymak ve alıp çöpe atmak arasında çetin bir ikilem yaşıyordum. Elbette Emily Bronte ile bir derdim olduğundan değildi bu. Ben sadece yıllar öncesinden kalma yıkıcı bir anının pençesine düşmüştüm, hepsi bu. Kitabın sayfaları arasında gezinmek istedim. Henüz ilk sayfada karşıma çıkan bir kağıt parçası bunu engelledi.
Üstünde fırtınada sürüklenen bir gemi olan bu kartpostal kanımı donduran son karşılaşma olmuştu. Onu oradan alıp çöpe atmak üzere cebime koydum. Montumun kollarına gözyaşlarımı sildikten sonra hızlı adımlarla kapıya ilerledim. Bu ne yersiz bir rastalantıydı böyle? Keyfimin kanatlanarak uzaklara gitmesine sebep olmuştu. Zaten keyfim bana çok uğramaz, evin yolunu sürekli unuturdu.
Vestiyerden anahtarlarımı almak için kafamı çevirdiğimde bana oyun oynar gibi asılı duran yaka kartımı gördüm. İçimde kaynayan kazandan suların taştığını hissediyordum. Nefretim daha da artarken kartı elime aldım ve evden çıktım.
Kasım ayının sonlarına gelmiştik. Bu sene de daha öncesinde olduğu gibi verdiğim sözü tutamamıştım. Çok basitti. Bir kasım ayında 'Sweet November' izlemek istiyordum sadece. Bir şekilde erteleyip durmuş ve bu yaşıma gelmiş olmama rağmen hala izlememeyi başarmıştım. O filme ne anlam yükledim, izlemek için neyi bekliyorum inanın bilmiyordum. Sadece doğru zamanın geldiğini hiçbir kasım ayında hissedememiştim. Kasım aylarını bu yüzden sevmezdim, çünkü bana kendimi sorumsuz hissettirirdi.
Kederli bir hava vardı. Kapalıdan ziyade, karanlık gibiydi. Akşam vakti gibi gözüküyordu. Yağmur çiseliyor, damlalar alnıma dökülen saçların yapışmasına sebep oluyordu. Geç kalıyor olduğum gerçeğini rafa kaldırıp ayaklarımı sürüye sürüye yürümeye başladım. Yürümekten çok yüzüyormuş gibi hissediyordum. Bana direnen bir su kütlesi varmış gibi zar zor adımlıyordum. Kollarım ve bacaklarım ağrıyordu. Kalbim de öyle.
O kadar nefret etmiştim ki bugünden. Güçsüz adımlarım durmadan akan gözyaşlarımla birleşince bütün dünyanın bana karşı birleşmiş olduğunu iliklerime kadar hissettim. Sessiz sessiz ağlamak bu olmalıydı. Dişlerimi sıktım, ağladığım için de nefret ediyordum bugünden. Gözümün buğusundan yerleri göremediğim için de nefret ediyordum. Rüzgardan dolayı yüzüme çarpan küçük tozlar yüzünden, bulutların grinin en sevmediğim tonunda olması yüzünden, korkak kuş sesleri ve şemsiye satıcıları yüzünden. Bugünden varıyla ve yoğuyla, en ince ayrıntısına kadar nefret ediyordum.
..
İş çıkışı hava yine karanlıktı. Gün yüzü görememek bu olsa gerek. İçimdeki bulantı haddini aşmıştı artık. Eve doğru yürümek bana zor geliyordu. Sokak ışıklarına baktım, onlar bana iyi gelirdi. Sarı rengi sevmezdim ama sokak ışıklarını severdim. Bir banka oturdum. Yağmurdan ıslanmıştı ama bunu dert etmedim. İçimdeki kargaşa açıklanamaz bir durumdaydı. Bir kelime bile bulamazdım anlatmaya. Ağlamak istiyorum diyebilirdim. Birisi somut bir şekilde kalbimi alıp ikiye bölse, sonra karnımı defalarca tekmelese işte ancak o zaman şimdi hissettiğimin aynısını hissedebilirdim.
Kafamı ellerimin arasına aldım. Ensemden tişörtümün içine akan yağmur damlaları irkilmeme sebep oldu. Elim yavaşça montumun cebine sıvıştı. Kartpostalı aldım, kafamı üstüne siper ederek resme bakmaya başladım. Islanmasından korkmuştum. Nasıl ondan hem çöpe atacak kadar usanmış hem de onu ıslanmasına dayanamayacak kadar özlemiş olabilirdim? Aklım tıpkı bugünkü gibi yağmurlu bir geceye ait anılarıma gittiğinde artık dönüşü olmayan bir yola girdiğime emindim. Yıllar sonra bana bunları hissettirdiği için, tekdüze ve duygusuz geçen hayatımı resimdeki gibi dalgalandırdığı için bu kağıttan tiksinmiştim. Dolaylı yoldan onu bana veren kişiden de.
Ellerim titriyordu. Arkasını çevirdim. Çirkin bir el yazısıyla göz göze geldim. Yazının ortasında mavi tükenmez kalemi bitmiş, geri kalanını siyahla yazmıştı. Yağmurdan sakındığım kağıda gözyaşım damlayınca hemen elimle sildim. Korkuyla yazıya baktım ama mürekkep dağılmamıştı. Ona kıyamıyordum ki, sevindim denebilirdi.
"Korkarım ki bugünlerin sonu gelecek. Her hikaye sakin başlar, fakat sakin mi biter bilemiyorum. Benden beklediğini alamayacaksın, bunca şeye rağmen ise hala sevdiğim bir dostum olacaksın. Çırpınıp durma Kuzey, çünkü bazen 'arkadaştan daha fazlası' diye bir şey yoktur."
Sonra ufak bir not.
"Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak, benimle yeniden tanış.
-Sevgilerle, Ekin."
---
at gitsin be kardeşim uzatma işte.
ah, bugün bütün dünya el ele vermiş ben bu hikayeyi yazmayayım diye. en çok da bu yüzden nefret ediyorum bugünden.
okuduğunuz için teşekkürler umarım beğenmişsinizdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu gece seni terk ediyorum. (bxb)
Historia Corta-kısa hikaye- "Sırf yapabiliyorum diye seni üzecek değilim." - Kuzey, yıllar öncesinden kalma bir kartpostalı bulduğu günün akşamında bir tesadüfler silsilesinin içine düşer.