6

1.2K 144 90
                                    

Jeonghan yüzüne öylecene gülümseyerek bakan adama karşı tepki veremedi. On günden biraz uzun bir süre ondan uzak kalmak o kadar iyi gelmişti ki bir daha böyle sahne yaşamayacağını düşünmüştü. Şimdi onunla karşı karşıya olmak korkulanı yüzüne vurmak öylece kalakalmasına sebep oluyordu. 

“Ait olduğun yere dönme vakti.”

Bunun diğerleri gibi bir kâbus olmasını diliyordu. İki koruma kollarına girip sürüklediğinde Jeonghan debelenmedi bile. Bunun kendi sonu olduğunu biliyordu. Ya ölecekti ya da ölüme yakın bir yerlerde yüzecekti. Tükenmişlikle başına gelecek olanı bekliyordu. 

Aracın içinde bayık bir şekilde oturdu. Karşısında onu izleyen Sangwoo’ya karşı dışarıya doğru takılı kalmıştı. Korkuyordu. O kadar çok korkuyordu ki sanki kalbi göğüs kafesinden dışarı çıkacak gibi hissediyordu. Ne ellerinin ne de bedeninin titremesine hâkim olamıyordu. 

Hiç bilmediği bir mekâna geldiğinde önceden bildiği o eve dönmek lütuf olacağını tahmin edemezdi. Uzun boş bir depo gibi bir yere geldiğinde başına gelebilecek en kötüsünü düşünmemeye çalışıyordu. 

Sangwoo araçtan indiklerinde kolundan sertçe çekiştirerek içeri soktu Jeonghan’ı. İçeri kimse gelmedi. Bacakları titriyor, ayakta duracak mecal bulamıyordu kendinde. Korku başından yukarı ateş misali tırmanıyor ve Jeonghan’a belli belirsiz anlar yaşatıyordu. 

“Sana kaçmaman gerektiğini defalarca söyledim.”

Deponun ortasında geniş alanda tökezleyip düştü Jeonghan. Daha fazla yürüyebileceğini sanmıyordu. Sangwoo kenardan aldığı demirden neredeyse bir elinin eni kadar eni olan kelepçeyi Jeonghan’a takmaya çalışıyordu. O sırada aklından geçen tek şeyi dile getirdi.

“Öldür beni bitsin bu işkence.”

Onun iğrenç kahkahasını duydu. Kelepçeyi tavana asılı olan kalın zincirin ucuna bağladı. 

“Ölerek bile benden kurtulamazsın. Buna izin vermem.”

Zincirin diğer ucunu çektikçe Jeonghan’ın önce kolları ardından bütün bedeni havalanmaya başladı. Ayakları yerden kesildiği an yukarı çekmeyi durdu. Jeonghan iki eli yukarıda olacak şekilde asılmıştı. Ayakları ile zemin arasında neredeyse bir metre boşluk vardı. 

O anki haline göre o kadar sakindi ki gözlerinden dökülen yaşları dışında hiçbir tepki vermek istemiyordu. Son olanların ardından iyice anlamıştı. Bu adamın elinden asla kurtulamayacağını, kurtulmaya çalıştığı her anda yine onun eline düşeceğini. Artık çabalamak istemiyordu. Yaşamak için bile. 

“Şimdi anlatmaya başla bakalım. Seni benden alan o herif kimdi?” 

Sesini çıkarmadı. Birkaç saniye sonra karnına aldığı şiddetli darbe yüzünden derin bir acıyla asıldığı yerde sallandı. Elindeki muştayla karnına vurması o kadar can yakıcıydı ki Jeonghan her vuruşunda çığlık atmak istiyordu. 

“Seni götüren kimdi?”

Birkaç saniye acısını dindirmek ister gibi derin nefesler alıyor, sallanan zincir yüzünden kelepçenin kenarlarının elini acıttığını hissediyordu. Muştadan sıkılsa olsa gerek çıplak yumruklarına geçtiğinde acının şiddeti azalsa da bitmiyordu. Bir yerden sonra uyuşan bedenine teşekkür etmek istedi. 

Yine sesini çıkarmadı. Cevap vermemesine karşı sinirini öyle bir çıkardı ki son vuruşu diyaframına denk geldi. Tüm nefesi kesilen Jeonghan birkaç saniye kendine gelebilmek için asılı olduğu yerde kıvrandı. 

Susmanın bu kadar canını yakmasına karşı onu sadece Sangwoo’ya karşı kullanmak isteyen birini korumak istediği için kendine inanamadı. Seungcheol’ü korumak kendine yapabileceği en büyük kötülüktü. Onu yine Sangwoo’nun eline verecek bir haini koruyamazdı.

I Can't Runaway | JeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin