7

1.1K 148 55
                                    

Jeonghan tüm sızılarına rağmen uyandığında kendini asıldığı yerde bulacağını düşünüyordu. Son birkaç gündür yaşadığı eziyeti düşündüğünde kurtulabilme ihtimali sadece ölüm olabileceğine inanıyordu. 

Bu yeni hiç bilmediği yerin öldüğü zaman gidebileceği bir yer olduğuna inanmak istemiyordu yine de. O zaman bu bir rüya olmalıydı. Jeonghan o kadar çok kendinden geçmiş olmalıydı ki rüya görüyor olmalıydı. 

Uzandığı yerden yavaşça dikleşmek istediğinde karnındaki sızı yok denecek kadar azdı. Rüya olduğuna inancı daha da arttı. Üzerindeki pis kıyafetler değişmiş, kusmuk izlerinin hepsi temizlenmişti. Karnına aldığı darbeler yüzünden defalarca kusmuş boş midesini defalarca zorlamıştı. 

Bileklerindeki mosmor izler olmasaydı eğer son birkaç günü kanıtlayabilecek hiçbir şeyi yoktu. Anlamadığı birçok şey vardı. Sangwoo ona bu iyiliği yapmazdı. Onun elinden kurtulamayacağına göre bu an gerçekten bir rüya mıydı? 

Yavaşça yataktan kalktı ve etrafa bakındı. Ona tanıdık gelebilecek hiçbir an, rüya olmadığına inandırabilecek hiç kimse yoktu. Ürkek adımlarla odadan çıktığında karşısına ara salon çıktı. Bir de aşağıya inen merdiven vardı. 

Aşağıda konuşan birilerini duyuyordu ancak o kadar uzaktı ki tanıması mümkün değildi. İki seçeneği vardı. Ya ikinci katta olduğunu umursamadan solunda duran pencereden kaçmaya çalışacaktı da ya aşağıya inecekti. 

Bir ihtimal diye geçirdi içinden. Bir ihtimal kaçmasına gerek kalmayabilir miydi? Merdivenin başına gitti ve aşağıya bakındı. Kimse yoktu ama ses halen geliyordu. Birkaç adım aşağıya indi. Yavaşça tanıdık gelen seslerin önce Sangwoo’ya ait olmadığına emin oldu. 

Bu daha çok Seungcheol’e ait bir ses gibiydi. Jeonghan duyduğu sese inanamadı. Bu kesinlikle rüyaydı. Merdivenlerin kalanını aceleyle geçip koşturarak sesin geldiği odaya girdi. Üçü de gözlerinin önündeydi ve gerçektiler. Hayır bu bir rüya değildi ancak nasıl? 

“Nihayet kendine gelebildin.”

Samimi bir şekilde bunu söyleyen Mingyu’ya baktığında aklı karman çorman olmuştu. 

“Ben…”

Yavaşça, sanki bacaklarının bağı çözülürmüş gibi yere çöküyordu. Üçü de düşüşünü anlamış olacak gibi refleks gösterdi. Seungcheol düşmesini önlemek ister gibi onu kollarından tuttu ancak bu Jeonghan’ın sadece irkilerek kaçmak istemesine sebep oldu. 

“Bırak!”

Yere düşeceğini bildiği halde onu ittirdi ve kapının kenarından tutundu. Bu hareketinin Seungcheol’ü nasıl etkilediğini fark edemedi. 

“Ben anlamıyorum… Neden buradayım?”

Onların cevap vermesine fırsat vermedi. 

“Beni onun önüne atacaksanız neden kurtarıyorsunuz?!”

Kurtulmuş olduğuna sevinmek istiyordu. O kadar çok istiyordu ki bu sevincin kursağında kalmasından hiç memnun değildi. Mingyu karşısında durdu. 

“Gel otur şöyle, konuşalım her şeyi.”

Onlara güvenmiyorlardı. Nihayetinde amaçları Jeonghan’ı yem etmek için ikna etmeleri gerekecek ve bunun için bin bir türlü yalan söyleyeceklerdi. Onlara güvenemez veya dinleyemezdi. Başını olumsuz anlamda hızlıca salladı ve geriye doğru birkaç adım attı. 

“Sizi dinlemek istemiyorum.”

Arkasını döndü ve çelik dış kapıya doğru hızlı adımlar attı. Amacı çıkıp gitmek ve herkesten uzağa kaçmaktı ancak Wonwoo’nun sorusuyla yürüdüğü yolda çakılı kaldı sanki. 

I Can't Runaway | JeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin