GERÇEK

274 18 16
                                    

Telefon uzunca bir süre çaldıktan sonra karşı taraftan nefes nefese kalmış bir ses geldi:
"Efendim prenses?"
Arkadaşlarım bana her zaman prenses diye hitap ederlerdi. Fazlasıyla sinirimi bozsa da ses çıkarmazdım.
"Naber Adar? Uzun zamandır görüşmedik, çok özledim. Zaten senin de arayıp sorduğun yok.Dolunay kardeşim ne yaptı, neler etti diye soran var mı hiç?" Küçük bir çocuk gibi dudağımı bükerek konuştum. Onlar da buna sinir olurlardı. Ee kısasa kısas.
Telefonun diğer ucundan gelen yakınma dolu sesle içten bir şekilde kahkaha attım.
"Peki tamam tamam söz bir daha yapmayacağım. Ee buluşuyor muyuz peki?
"Bizimkileri de toplayayım, sana haber veririm."
Hayır asla başkası olmamalıydı yanımızda. Içimden yanlış anlamaması için dua ettim.
"Boşver ya grubu toplamayı felan. Seninle konuşmak istediklerim var."
Uzun bir sessizlik...ah lanet olsun yanlış anladı işte!
"Orda mısın Adar ?"
"Aa şey burdayım burdayım. Ne zaman ve nerede?"
Bunları çok hızlı hızlı sormasına sinir oldum. Dünden razıydı herhalde söyleyeceğimi tahmin ettiği şeye. Allah var çok taş çocuktu. Esmer seven her kız hayran kalırdı.
"Ben bugün boşum. Bir saate Beşiktaş'ta olabilir misin?
"Peki, bana da uyar. Görüşürüz o zaman."
Çok severdim aslında Adar'ı. Babalarımız ortak iş yapardı. Bu yüzden çocukluktan beri tanırdım. Adar'ı ve çocukluğumuzu düşünmeyi bıraktım ve dönüp önümdeki yemeklere baktım. O kadar mükemmel kokuyorlardı ki. Insanda iştah mı bırakmışlardı be! Kaşlarımı çattım. Bu şakayı kim yapıyorsa iğrenç bir mizaha sahipti. Şu an iş uzamadan şakanın bir sonuca bağlanması, benim bundan hoşlanmam ve şakayı yapan caanım arkadaşımla (!) kahkahalar atmam lazımdı. Ama bunun yerine Yerebatan Sarnıcı'nın anlamını çözmeye çalışıyordum. Oradan hayatım boyunca hoşlanmamıştım. Aşırı derecede kasvetliydi ve hakkındaki efsaneleri sevmezdim.
Birden sandalyemin aşırı derecede sallanmasıyla arkamı döndüm. Yedi yaşlarında bir çocuk bana sevimli bakışlar atarak oturduğum sandalyenin arkasından geçmeye çalışıyordu. Çocuk yaşından çok daha küçük gösteriyordu. Sandelyemde o etkiyi yaratmasına çok şaşırmıştım. Hafif ayağa kalktım ve sandalyeyi öne çektim. Çocuğun yanağını sıkıp gülümsedim. Çocuk koşup geçti arkamdan. Bende anında yemeklere daldım. Bitirir bitirmez de anında ayağa kalktım,çantamı ve sandalyemin arkasına astığım montumu aldım ve mekandan çıktım.
Ben kafedeyken havanın iyice soğuduğunu, kafeden çıktıktan iki dakika sonra parmak uçlarım hissizleşince dibine kadar farkettim. Elimi montumun cebine soktum ve sokar sokmaz elime değen kağıt parçasını farkettim. Durumumuzun bu kadar iyi olmadığı zamanlarda aynı şey olsa, kesin marketten aldığım çikolatanın fişidir deyip ne olduğuna bile bakmazdım. Ancak cebimde fiş taşımayalı yıl olmuştu. Ne olduğuna bakmak için kağıt parçasını cebimden çıkardım. Katlıydı. Hemen katlarını açtım. Çok düzgün bir yazi duruyordu kağıdın ortasında:
Yerebatan Sarnıcı ile ilgili efsaneleri düşünmeyi kes. Bunlarla hiçbir alakası yok.Bence farklı noktalara odaklanmalısın.
Ha bir de eşyalarını nereye, nasıl koyduğuna dikkat et , onlara ulaşmak ÇOCUK oyuncağı ;)
A.K.
ÇOCUK oyuncağı mı? Demek sandalyeme çarpan... aahhh lanet olsun! Aklımın ucundan bile geçmemişti. Efsane düşünmeyi bırakmalı mıymışım? Onu düşündüğümü nerden çıkarmıştı? Düşündüğüm felan yoktu. Daha o kadar paronayak değildim. Hem efsaneleri sevmezdim.
Adımlarımı hızlandırdım. Adar ile Beşiktaş sahildeki kafelerden birinde buluştuğumuzda yanlış anlama ihtimalini felan boşverip boynuna atladım. Aynı şekilde karşılık vermişti ancak hissettiğim duygunun içinde bir art niyet yoktu. Uzun zamandır görmediği kardeşine sarılıyor gibiydi. Bunu farkeder etmez boynuna daha da çok yapıştım.
"Tamam kızım tamam. Hayırdır aşkın mı kabardı yoksa işin mi düştü?" Suratında adi bir gülümseme vardı. Omzuna yumruğumu gecirdim.
"Dalga geçme be sulu!" Bende gülüyordum.
"Ee ne oldu hayırdır? Düşünüyorum düşünüyorum bulamadım. Affet prenses ama senin en büyük derdin yurtdışından sipariş ettiğin ayakkabının geç gelmesi değil miydi?" Bak ya hala suratında o gülümseme vardı. Elimi yumruk yaptım.
"Bu seferkinin suratında patlamasını ister mi acaba küçük bey?"
Korkmuş gibi yaptı. Birden ciddileşti.
"Olamaz! Buldum." Hala yumruk halindeki elimi gösterdi. "E ama senin ojenin kenarı silinmiş be prenses!" Kahkaha attı. Koyu kahve gözlerinin içi gülüyordu. Ne yapacağımı biliyordum. Çoktan haketmişti. O benden sert bir tepki beklerken çok sakince durup hafifçe gülümsedim ve hiç beklemediği bir anda elimi saçının arasına sokup saçlarını karıştırmaya başladım. Saçlarını düzeltmeye çalışırken işaret parmağını bana doğru sallıyor, ayıplıyordu. Sonrasında gerçekten ciddileşti.
"Şaka bir yana ne oldu merak ettim cidden? Biraz oynaşma da olayı anlat." Hala vazgeçmemişti, gülüyordu.
"Akıllanmaz mısın be sen hiç?" Sonra ne olduysa hepsini anlattım. Ondan ne istediğimi tam olarak anlamamıştı.
Açıkçası ben de tam olarak şunu şunu yap diyemezdim ama onun bana kesinlikle bu konuda yardımcı olacağına inanıyordum. O esnada aklıma bir şey geldi. Adam bana yalnız gelmem hakkında en ufak bir şey söylememişti.
Evet gitmeye ve bu oyunu bitirmeye ayrıca da yapanın canını okumaya karar vermiştim.
Adar düşünüyordu. Birden bana döndü. "Yerebatan Sarnıcı ile ilgili anın var mı hiç?"
Sanki bu benim aklıma hiç gelmemişti. Oraya iki kez okulla birlikte gitmiştim ancak hiç önemli bir anım olmamıştı. Gizli bir şey söylüyormuş gibi ona doğru eğildim." Belki de hiçbir anlamı yoktur. Sadece dikkat dağıtıyordur. Olamaz mı? "Suratında alay dolu bir ifade vardı. "Sacmalama be kızım,iyice polisiyeye bağladın."
Vereceği cevabın hayır olduğunu tahmin ettiğim halde usulca yaklaşıp, suç işlemiş gibi bir ifadeyle ona baktım. "Adar yarın oraya benimle gelir misin? "
Durup ciddi ciddi suratıma baktı. "Şimdi anladıım. Hayatım boyunca üstüne bu kadar çalışılmış ve yaratıcı bir çıkma teklifi almamıştım. Gözlerim doldu." Gülmemek için kendini çok tuttuğu belli oluyordu. Bunu söylemesiyle masanın üstünde duran pet şişeyi kafasına geçirmem ve aynı anda onun gülmeye başlaması bir oldu.
"Direk hayır de beni de uğraştırma bari!"
"Ay oyun oynamaktan da hiç hoşlanmazmış." Işaret parmağını kafasına vurdu." Not ettim."
Şaka felan mı bu? Adamın dediğinin aynısını dediği yetmiyormuş gibi hareketin de aynısını yapmıştı bir de. Bu kadarı da olamazdı.
"Ne oldu Dolunay?" Meydan okur gibi bakıyordu.
Adar ve bana ismimle hitap etmesi; imkansızdı. Prensese ne oldu? Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. Bu şakayı bana o yapıyor olamazdı değil mi? Şakayla karışık sormaya karar verdim.
"Adar bugün iyi misin? O leş adam ne diyip ne yaptıysa aynısını yapıyorsun. Utanmasam senden süpheleneceğim. E kusura bakma ama senden de beklenir." Ciddi almaması için güldüm.
Aslında sadece bir kez o adam gibi davranmıştı ama abartmaktan zarar gelmezdi sonuçta.
Hic eklemedigim,ani bir şekilde sandalyeden kalktı ve kolumdan çekti.
"Gel benimle..."


KISKAÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin