birinci bölüm, baştan başa.

112 14 22
                                    

Bu kitap kendi yolunu çizmek için didinip duranlara...

media: KISS, I WAS MADE FOR LOVIN' YOU

.

"Bana kendinizi en iyi şekilde özetleyecek bir cümle kurun çocuklar fakat öyle bir cümle olsun ki bu, sizi tanıyabilelim günün sonunda." diye söylendi, amfinin hemen ardında, sınıfın ortasında konuşan hoca. Kırmızıya boyalı saçlarıyla göz alıcı olduğunu söyleyebileceğim bir kadındı o. Biraz yaşlı da olsa, yaşını hiç göstermiyordu kesinlikle. Güzel giyinir, makyajını yerine göre yapmasını iyi bilirdi. En azından ben öyle düşünüyordum. "Sizi anlatan bir şey verin bana. Sizinle gerçek bir iletişim kurmak istiyorum. Size kendinizi anlatma şansı veriyorum. Kendinizi anlama şansı."

Kendimizi anlamak...

"Seninle başlayalım Elif." Ön taraflarda oturan bir kıza doğru yaklaşırken topukluları tıkırdıyor, yüzüne dağılan sevecen bir gülümse hemencecik kendini belli ediyordu. "Kendini nasıl özetlersin, bütün arkadaşlarına, bana, en önemlisiyse kendine."

Biraz kekeledi Elif denen kız. Heyecanla arkasına, bizden tarafı bakındıysa da çabucak önüne döndü yeniden. Taranmış saçları arkasında sıkı bir atkuyruğuyla tutulmuş, -önüne dönmeden önce- yüzünde neredeyse tedirgin olduğunu betimleyebileceğim bir ifade vardı. Bu bana anlamsız gelmişti, o kadar da korkunç bir durumla karşı karşıya değildik çünkü. "Şey..." diye başladı konuşmasına, şey ile başlayan hiçbir cümle tamamen yeterli olmamıştı, değil mi? "Belki... Belki şey olabilir... 'Kimse üzülmesin diye yalnız kalmayı seçtim.'"

Evet. Bu tam da ona göre bir cümleydi. Onu pek tanımıyordum. Hatta bu dersi alan çoğu insanı tanımadığımı söyleyebilirdim. Sorun da değildi. Onları tanıyor olmam ya da olmamam, kime, ne kaybettirirdi ki?

Arkalardan biri, "Bu çok aptalca." diye tepkisini ortaya koydu. Birkaç kişi ona doğru döndü. Fakat ben umursamadım bile. Elimde bir kalem, önümdeki defterin üzerinde, parmaklarımın arasında gezidirerek onu çeviriyor ve bir kolumun dirseği masaya yaslıyken yanağımı da avuç içine almış, öylece oturuyordum. "Sırf birilerini üzmemek için yalnız kalmak mı? Sorunun ne kızım senin? Birilerini üzmemek için neden kendi hayatını berbat edesin ki, aptalca! Elbette kırılacaksın, kırılabildiğin gibi de kıracaksın, bu çok normal. İnsanın doğasında var bu. Doğayı reddediyorsun resmen. Ne için kendini, başkaları için yıpratasın? Tek kullanımlık poşet misin sen?"

Kızın gözlerine sıcak yaşlar dolduğunu buradan bile hissedebiliyordum. Fakat bu hoşuma gitmedi dersem yalan söylemiş olurdum. Çocuk iyi konuşuyordu. Usulca tebessüm ederken, hocanın dikkatini çekmiş olacağım ki, "Batucan," dedi, yüzünde Elif'e yaklaşırken olduğu gibi sevecen bir ifade yoktu... "Ya sen? Kendini nasıl tanıtırsın bize?"

Yerimde doğrulurken, yüzümdeki tebessüm solmuştu bile. Elimde döndürüp durduğum kalemi önce durdurdum ardından defterin üzerine bırakıp boğazımı öksürerek temizledim. Kahretsin, bütün gözler benim üstümdeydi! Söyleyecek vurucu bir cümle bul, diye kendime içimden emrettim. En iyisi olsun.

Arayı kapatan kısa bir sessizlik...

Buldum!

Hafif bir gülümseme yayılırken yüzüme, dimdik etmiştim omuzlarımı. Beni anlatabilecek en iyi cümle: "'Çoğu insanın gözünde neyim ben -değersizin biri ya da tuhaf, aykırı, hoşa gitmeyen bir adam- toplumda kendine bir yer bulamamış, yer bulamayacak yaratık, yani hiçten de daha aşağı bir şey.'" Bu alıntıyı, yavaş yavaş, sindire sindire ve kendime öğrete öğrete söylemiştim. Çünkü ben buydum bence. Hiçten de daha aşağı bir şey.

dalgalar unutmuş bizi | bxb.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin