Felix gerçekten çok nazik, düşünceli ve eğlenceli bir insandı. Birlikte geçirdiğimiz vakit boyunca birçok şeye şahit olmuştum ve daha fazla ona hayran olamam dediğim her seferde gerçekten ona daha fazla hayran oluyordum.
Gözümde sanki başka bir evrenden gelen olağanüstü bir varlık gibiydi. Bense yüksek ihtimalle onun gözünde sıradan bir insandım.Samimiyetimizin daha da ilerlemesinin ardından birçok kez beni evine davet etmişti fakat ben henüz onun varlığına bile alışamamışken bir de evine gideceğimi, onunla aynı ortamda uyuyacağımı ve sabah uyandığımda onu göreceğimi düşününce bununla başa çıkamayacağımı düşünüp bahaneler üretmiştim. Fakat en sonunda yine kaybeden ben olmuştum. Nedense konu Felix olunca hep kaybediyordum fakat tüm bunlar hayatım boyunca kaybettiğim en güzel şeyler olabilirdi.
Ona gideceğim sabahın erken saatlerinde beni yurttan almıştı. Birlikte markete girip bir şeyler aldıktan sonra da evine gelmiştik. Yol boyunca gülmediğimiz tek bir an olmamıştı. Felix yanında olduğu insana ışık tutuyor gibiydi. Hatta belki de o ışığın kaynağı kendisiydi.Evine geldiğimizde heyecanla bana etrafı gezdirmişti. Ufak, ona yetecek kadar ve fazlasıyla onu yansıtan bir eve sahipti.
"Jisung unu ekler misin?"
Başımı sallayarak hazırlıyor olduğumuz kek karışımına unu dökmeye başlamıştım. Fakat bir anda dökülen un yüzümüze doğru uçtuğunda öksürmeye başlamıştık. Bir yandan gülüyor, bir yandan öksürüyorduk.
"Sana benimle mutfağa girmenin sağlıklı olmayacağını söylemiştim."
Başını iki yana sallayarak gülmeye devam etmiş sonra da karışımı kek kalıbına dökmüştü. O bu işlerde gerçekten iyi gibiydi.
Sandalyeye oturup onun fırını ayarlamasını izledim. Üstündeki pembe mutfak önlüğüyle fazlasıyla şirin duruyordu. Saçlarını da gözlerinin önüne gelmemesi için toplamıştı. Kafasında küçük bir palmiye ağacı var gibi duruyordu ve bunu düşününce gülmeme engel olamamıştım.Kocaman gülümsemesi ile bana döndü.
"Neye gülüyorsun?"
"Hiç."
Yanıma yaklaşıp önümde dizlerinin üstünde durduğunda ufak bir palmiye ağacına benzettiğim saçına dokundum. Sadece saçına dokunmuş olmam bile parmağımdan tüm vücuduma doğru çiçekler açmış gibi hissettirmişti. Felix'e duyduğum hayranlığın haddi sınırı yoktu.
Gülümseyişi yüzünden hiç silinmeden beni izlerken gözlerim burnuna ve elmacık kemiklerine yayılmış silik silik duran çillere takılmıştı."Çok güzeller."
Kaşları havalanmıştı söylediklerimin üstüne.
"Öyle mi? Genelde üstünü kapatma taraftarıyımdır."
Kaşlarımı hafiften çatmıştım. Neden onları kapatıyordu ki sanki? İnsanlar şimdilerde onlara sahip olmak için can atıyordu.
"Bırak yüzüne yayılan yıldızlar ışık saçsın."
Gözleri şimdi bir başka parluyordu sanki. Ufak bir tebessüm misafir olmuştu biçimli dudaklarına.
Beklememi söyleyip hızla mutfaktan ayrıldığında ne olduğunu anlamadan kaşlarımı hafiften çatarak arkasından bakakalmıştım. Birkaç dakika sonra elinde makyaj temizleme mendili ile gelip tekrar gitmeden önce olduğu gibi dizlerinin üstünde durdu elindeki mendili bana uzatırken."Neden ışık saçmalarına yardımcı olmuyorsun?"
Kalbim boğazımda atıyor gibi hissediyordum. Hafiften titreyen elime hakim olmaya çalışırken nazik bir şekilde yanaklarındaki kapatıcıyı silmeye başladım. Bir an olsun gözlerini benden ayırmadan beni izledi. Ara sıra göz göze geldiğimizde nefesimi tutmaktan başım dönmeye başlamıştı. Belki başımı döndüren şey Felix'in varlığı da olabilirdi bilmiyorum.
Bildiğim tek şey benim Felix'ten ciddi anlamda etkileniyor olduğumdu ve bu benim için korkunç bir durumdu ama aynı zamanda da harikaydı. Tüm bu zıtlıklar içinde kayboluyordum.
Felix bana anlam yüklememek için kendimi zor tuttuğum bakışlarıyla bakarken sonunda yüzündeki kapatıcıyı tamamen silmiştim. Ortaya çıkan çillere kocaman bir gülümseme armağan ettiğimde aynı gülümsemeyi de ondan armağan olarak aldım. Yaşadığımız bu anı bozan şeyse burnuma gelen yanık kokusu olmuştu.
"Felix kek yandı!"
İkimizde hızla fırını kapatmış yanan keki hızla dışarı almıştık. Üstü simsiyah olmuş kek ile bakıştıktan bir süre sonra Felix'in gülmeye başlamasıyla ben de kendimi tutamayıp gülmüştüm.
"Belki hâlâ onu kurtarabiliriz."
Kurtarabilir miyiz der gibi kurmuştu cümlesini. Göz ucuyla bana bakıyordu ve fazlasıyla şirindi. Bir süre kekin yanmış yerlerini kesmekle uğraşmış en sonunda kalan küçücük parçayla bakışmıştık. Sanırım kurtaramazmışız.
"Üzgünüm."
"Neden böyle söyledin?"
Gözlerimi kaçırdığımda birkaç adımla yanıma yaklaşıp ellerimi ellerinin arasına aldı nazikçe. Ellerimin alev aldığını hissediyor gibiydim.
"Her şeyin sorumlusu senmişsin gibi konuşuyorsun."
Öyle değil miydim?
Ellerimden çekiştirerek beni oturma odasına götürdü ve sonra koltuğa oturup beni de yanına çekti. Başımı dizlerinin üstüne koyduğunda neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Ji, bunu yapmayı bırakmalısın. Kendine böylesine acımasız olmanı istemiyorum."
Oldukça nazik konuşuyor bir yandan da konuşması kadar nazik bir şekilde alnıma dökülen saçları geriye tarıyordu. Gözlerimi kapatmamak için kendimi fazlasıyla zor tutuyordum fakat bu imkânsız gibiydi.
"Kendime acımasız mıyım?"
Başını aşağı yukarı hafifçe salladı. Eli yanağımı kavradığında sanki burnumun direği sızlıyor gibiydi.
"Benimle tanışmadan önceki hayatında neler yaşadın bilmiyorum ama herkesin bize dayattığı tüm bu saçmalıkları düşünmek için çok genciz."
"Ve sen şu an benimle güvendesin."
Dudaklarını alnımda hissettiğimde gözlerimden bir yaş çoktan yanağıma doğru süzülmüştü. Yanağımdan kopup yere düşmeden başparmağı ile onu yakaladı ve gülümsedi.
"Neden bana bu kadar iyi davranıyorsun?"
Burnumu çekerek konuştuğumda kaşlarını çattı.
"Neden davranmayayım?"
Gözlerimi göğsümün üzerinde sıkıntıdan oynayıp durduğum parmaklarıma çevirdim. Bu soruya sanki verebilecek çok cevabım vardı ama aynı zamanda hiç yoktu da. Bu yüzden hiçbir şey söylemeden sessizliğimi korudum.
Birkaç dakika süren sessizliği en sonunda Felix bozdu."Bu zamana kadar karşılaştığın tüm insanları unut ve seni iyileştirmeme izin ver Han Jisung."