Arkadaşlarının gidişinin ardından tam bir hafta geçmişti. Taehyung, hayatında hiç bu kadar zorlandığını hatırlamıyordu. Yalnız kalmaya bir türlü alışamıyor ve içinde büyüyen özlemi dindiremiyordu. Hayatlarını ortak yaşadıklarını bu bir hafta içinde daha iyi anlamıştı. Jungkook'un da kendisiyle aynı durumda olduğundan adı gibi emindi. Çünkü aradaki saat farkına rağmen her gün arıyor ve Taehyung sıkıcı bir gün geçirmiş olsa bile sıkılmadan dinliyordu.
Bu bir hafta çok zorlu geçmiş olsa da bir şekilde bu haftayı atlatmayı başarmıştı. Bundan sonrası artık çocuk oyuncağı sayılırdı değil mi?
Jimin için ise çok da kolay değildi. Fransa güzeldi, sanatsaldı ancak Jimin burada daralmaktan alıkoyamıyordu kendini ve bunun sebebinin hiçbir işe yaramama hissinden kaynaklandığını da biliyordu. Jungkook ile dört gün gezmiş ve yeni hayatlarına yerleşmişlerdi ama bir sıkıntı hissediyordu Jimin. Bunun sebebinin neyden kaynaklandığını ya da ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
İlk başta Jungkook ile konuşmayı düşündü, çünkü sevgilisi her zaman onun görmediği ayrıntıları görür ve Jimin'i rahatlatacak bir şeyler bulurdu. Ancak bu fikirden vazgeçmesi de çok zaman almamıştı. Jungkook sergisini düzenlerken oldukça heyecanlı görünüyordu, ve bu heyecanı sevgilisinin elinden almak istemedi. Kendi başının çaresine bakabilirdi. Bakmalıydı. O sırada Gucci'nin önünde durduğunu fark ettiğinde gülümseyerek telefonunu çıkardı.
2. çalıştan sonra Taehyung kocaman bir gülümsemeyle ekranda belirdiğinde tıpkı onun gibi kocaman gülümsedi Jimin de. "Tahmin et şu an neredeyim?" dediğinde arkadaşı büyük bir heyecanla konuşmaya başladı. "Hayır, hayır, hayır! Park Jimin sakın bana oranın Gucci olduğunu söyleme." Arkadaşının bu heyecanlı tepkisine kıkırdayarak "olur, söylemiyorum o zaman." Der demez telefonu kapattı. Bu hareketin arkadaşını çılgına çevireceğinden adı kadar emindi.
Mağazada turlarken neredeyse ağlamak üzereydi. İşte tam da o zaman onu daraltan hissin sebebini anladı. Burası onu boğuyordu çünkü burada herkes modaya ayak uyduruyordu, tüm sokaklar moda dergisinden fırlamış gibi görünen insanlarla kaplıydı. Ve bu da Jimin'in en büyük tutkusunu ardında bıraktığını yüzüne çarpıyordu.
Üniversitede üçü de güzel sanatlar okumuş olsa da Jimin'in tek tutkusu ve hayali model olmaktı. Ve bunu başarmıştı da. O kaza gecesine kadar gayet başarılı bir modeldi. Neredeyse ünlü markaların yüzü olabilecek seviyeye gelmişti. Sonra ise Jungkook'u bıraktığı gibi onu hayata bağlayan her şeyi de Jungkook ile birlikte bırakmıştı adeta. Ve şimdi ise modayla dolu olan bu sokaklar ve hayatının yoluna girmesi onu yeniden tutkusuna sürüklüyordu. Ama korkuyordu, bu sefer başaramamaktan, olduğu kadar iyi olamamaktan, kendisine yenilmekten...
Mağazadan birkaç şey aldıktan sonra çıktığı gibi telefonu çalmıştı. Arayanın Jungkook olduğunu gördüğünde içi ısınıverdi. Bir an önce sevgilisiyle konuşması gerekiyordu çünkü biliyordu ki dünya üzerinde onu rahatlatıp destek olacak ilk isimdi Jungkook. Daha fazla bekletmemek adına telefonu hızla açtığında meraklı bir "sevgilim, neredesin? Ben eve geldim." sesi karşıladı onu. "Biraz dolaşmaya çıkmıştım, dönüyorum şimdi. Ve seninle bir şey konuşmalıyım Jungkook-ah."
Eve döndüğünde kapıda kendisini bekleyen bir Jungkook görmeyi kesinlikle beklemiyordu Jimin. Tam da tahmin ettiği gibi meraklı gözlerle bakan Jungkook daha sevgilisinin ayakkabısını bile çıkarmasını beklemeden kollarını minik bedene doladı. "Canını sıkan bir şey mi var Jimeo?" Sevgilisinin bu tavrıyla gülümseyen Jimin ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha hatırladı. "Aslında tam canımı sıkan bir şey olarak adlandırmam mümkün değil Kookliet. İçeri geçip öyle konuşalım olur mu? Biraz yoruldum da."
Salona geçip koltuğa oturduklarında Jimin anlatmaya nereden başlaması gerekirken Jungkook kocaman gözlerle kendisini izliyordu. Her ne kadar beyninde cümleleri birleştirmeye çalışsa da asla doğru gelmiyordu. O yüzden akışa teslim olmayı seçti. Nasıl olsa Jungkook onu her şekilde anlardı. Jungkook onun ne kadar zorlandığını görmüş ve onu bir nebze de olsa rahatlatmak adına elini tutmuştu. Bu Jungkook'un sorun yok, aklındaki her neyse çözeriz hareketiydi.
"Jungkook-ah, beni yeniden bulduğundan beri yeniden yaşama döndüm. Yaşadığımı yeniden hissettim, her yerde bir anda bahar geldi ve çiçekler yeşermeye başladı. Ama yolunda gitmeyen bir şey var. Buraya geldiğimizden beri sokaklarda gezerken sanki bir moda dergisinin içindeymişim gibi hissediyorum. Ve bir şeyler içimi kemiriyor, belki özlem, belki pişmanlık, belki de işe yaradığımı bilme hissi."
Jungkook sevgilisini büyük bir dikkatle dinlemişti. Aslında bu konuşmayı yapacakları günü sabırsızlıkla bekliyordu. Çünkü Jimin'in bu hisleri her şey gerçekten düzeldi demekti. Sevgilisinin yüzünü elleri arasına aldı. "Ben de bu konuşmayı yapacağımız günü bekliyordum. Yeterli bir kariyer geçmişin var, eh mükemmel bir güzelliğin de var. Ajans bulmana da yardımcı olabilirim. O halde seni düşündüren nedir portakal çiçeği?"
İşte Jimin'in gözlerinden yaşların akmasına sebep olacak soru gelmişti. Yaşaran gözleriyle konuşmaya başladı. "Ya başaramazsam? Ya bu süre içinde çok şey kaybetmişsem? Ya artık modanın isteklerini karşılayamayacağımı düşünürlerse? Cidden korkuyorum..." Ağlayarak kurduğu bu cümlelerin ardından Jungkook'un kollarının arasına sığındı. İşte şimdi evindeydi.
Jungkook kollarının arasında minicik kalan sevgilisinin saçlarına öpücükler sıraladı. Sevgilisinin endişelerini anlamak onun için zor değildi elbette ama onu rahatlatmaya çabalamaktan başka ne yapabilirdi bilmiyordu. "Sevgilim, elinde olmayan ihtimaller için fazla endişeleniyorsun. Hem bu güzelliği reddedebilecek tek bir ajans bile bilmiyorum. Park Jimin, emin ol herkesi etkileyeceksin." Sevgilisini gülümsetebilmek adına bir şeyler yapması gerektiğini hissediyordu. Bir anda paniklemiş bir halde kıpırdandığında Jimin ne olduğunu anlamamış ve kafasını kaldırıp göz göze gelmek zorunda kalmıştı.
"Jimin! Ya herkesi etkilediğin için bir sürü kişiyle kavga edip hapislere düşersem? Ben hapisteyken benden vazgeçme tamam mı?" Jimin bu abartılı tepkilerle elinde olmadan minik bir kahkaha atmıştı. Jungkook böyleydi işte. Her olayda drama çıkarır ve yüksek tepkilerle Jimin'i gülümsetmeyi başarırdı.
Jungkook sevgilisinin gülümsemesini gördüğünde gözlerinin içi parladı. "İşte şöyle ya, sen hep böyle gülümse. Gülümse ki her yer aydınlansın." Jimin'in gülümsemesi Jungkook'un bu romantizm kokulu cümleleriyle daha da genişledi. Jungkook tam bir romantik prensti. Asında ilişkinin başında biraz daha içine kapanıktı Jungkook. Ancak zaman geçtikçe bunu aşmış ve sevgisini sürekli dillendirmeye başlamıştı.
Jimin kollarını sıkıca sevgilisinin boynuna doladı. O, Jungkook gibi sürekli romantik kelimeler söyleyerek belli etmezdi sevgisini. Biraz daha refleksle hareket ederdi. Ve böylesi Jungkook'a daha samimi geliyordu. Tam o sırada Jungkook'un aklına bir fikir geldi. Aceleyle koltuktan kalkarken Jimin şaşkın gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Jungkook elinden tutarak kalkmasını sağladığında Jimin neler olduğuna anlam veremiyordu. Jungkook telefonundan hızlıca bir şeyler yapıp telefonu koltuğa fırlattığında tüm odada 'Mirrorball' yankılanmaya başlamıştı. Jungkook sevgilisiyle arasında olan bir adımlık mesafeyi kapattı ve ellerini Jimin'in ince belinde birleştirdi. Uyum içinde dans etmeye başladıklarında Jimin çoktan iyi hissetmeye başlamıştı.
"Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" diye fısıldadı Jimin. "Sana bayılıyorum." dedi Jungkook da beklemeden. O gece böyle mutlu bir sonla bitip Jimin sevdiği adamın kucağında uyuduğunda bir kez daha fısıldadı.
"Sana bayılıyorum ayışığı."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Born Sinner ☾ 𝐣𝐤&𝐣𝐦
Fanfic"Tek bir soru hakkın olsaydı, ne sorardın?" Dedi Jungkook. Alacağı cevabı bilmeden.. "Hatırlıyor musun?" Jimin içinde yankı yapan soruyu ilk defa dışa vurmuştu şimdi.