kendi hayatımın tanrısı bendim.
kendi hayatımı kendim çizmiş,kendi kaderimi kendim planlamıştım.
kaderimi planlarken bir de intihar koymuştum oraya.
kendime can veren kendim olduğum gibi kendimin ölüm meleği de yine ben olmalıydım.
izlediğim her filmde,dinlediğim her şarkıda yeni bir ayrıntı eklerdim ölüm meleğimle karşılaşma biçimime.
bazenleri ben çiçeklerde bir damla daha ruh buluyor,
o ruhu bir jilet kayganlığında kaybedeceğimi biliyordum.otururken yine bir gün,
yeni ayrıntılar eklerken ölümüme,
çiçekler geldi aklıma.
belki de bana bir damla daha olsun ruh veren çiçeklerin ölümüme eşlik etmeye hakları vardı.günlerden bir gün,
artık zamanı geldiğini düşündüğüm bir gün geçtim tozlu aynanın karşısına.
bembeyaz güllerden bir elbise yaptım çıplak vücuduma,
onu geçirdim üstüme.
gözlerime babamın nefret ettiği sürmeden çektim,
kuru dudaklarımı eski bir aşığımın kanıyla boyadım.
papatyalardan küçük,biçimsiz bir taç yaptım,
o tacı papatyaların evi olan yeşil çimenlerin rengindeki uzun saçlarıma taktım.
lavantalardan küpe yaptım kendime.
aynada kendimi inceledim iyice,
evet evet hazırdım artık ölüme.etrafımdaki ve üstümdeki ona süse rağmen oldukça sade olan beyaz bir jileti elime aldım.
aklıma önceki hayatlarım geldi,
önceki ölümlerim.
bu sahneye oldukça alışıktım aslında.kaygan jileti koluma yaklaştırıp uzun ve dikey bir çizgi çektim koluma.
çok geçmeden aynısını diğer kola tekrarladım.
sonunda istediğim şey gerçekleşiyordu.
damarlarımdan akan kırmızı kan beyaz güllerden yapılma elbisemi kırmızıya boyuyordu yavaşça.
akan yaşların etkisiyle gözlerimden akan sürmeler de ruhumdaki kara koca boşluğa karışıyordu.
işte istediğim oluyordu,
ölüyordum.
bir tanrı can veriyordu.
bir tanrı can veriyordu ve kimse onu kurtarmaya çabalamıyordu.
bir tanrı can veriyordu ve kimse onu kurtarmak için çabalamıyordu çünkü kimse görmüyordu.