Azrailin kol gezdiği bir sabah.

67 1 0
                                    

 Benciliğin yapılamadığı gökyüzünü, değerini bilmeyen değersiz insanlarla paylaşıyorduk.

Yağmurlu, gri bulutların hakimiyeti altında bir ela üzerine uyandım. Toprağı bol olsun diyerek sigarama davrandım. Ölümün kokusunu sigara dumanıyla daha acıklı bil hassa beni geride bırakanları geçirirken kafamdan içine robot kaçmış karı başladı konuşmaya. Aldırış etmedim pek , tanımazdım da kimseyi zaten. sigaranın ardına çay koydum ocağa. Dolabı açtım; peynir, zeytin, yumurta gibi standart giderlerin var olduğunu bilmeme rağmen açıp beklemeyi seviyordum. Küfür yemeyi sevmişimdir kendimce. Yeter lan kapat şu koduğumun kapağını temsil eden dııııııııııııt sesini duymadan kapatmazdım. Sigaradan sonra yiyeceğim ilk şeyi  küfür olması oldukça tuhaf gelmiştir bana. Sevmişimdir  oysa bu hissi. Ekmek sepetini açtım, küfür mayetinde ekmeğin olmayışını fark ettim.

-hasssiktir! Kim gidecek ekmeğe şimdi, daha menüyü belirlememişken.

  Uyandığım odaya yöneldim. Karınca yuvası misali dizayn olmuş dağınıklığın içinden pantolan aramak zulümdü. Neyse ki dün geceyi hatırlıyordum;

 Yorgundum. Deftere birşeyler karalamak için saatlerce yürümüştüm. Sağ olsun

Bir çöpçü dayının iki sorusuyla kurgu dünyamın içine sıçan dayım sayesinde tek bir cümle yazabilmiştim. ‘’ Yağmurun çiğselediği sokaklarda, kulaklarımca tecavüzde ün salmış gürültüsünü kokmayan toprak kokusunun ardına bırakıyordum. ‘’

  Yorgun günlerimde mıntu atar pantolonla yatar gece ise aşırı rahatlığın batışıyla pantolonu çıkarırdım. Yorgaın altında muhafaza ederdi kendini.

Pantolondan cüzdanı alıp bakkala doğru sürüldüm..

.yürüyüşler yürüyüşler  …

Bakkala vardım nihayetinde. KAPALI !!

-taşak mı geçiyorsun Salih abi ?

Ne oldu evlat diyerek bir ses yaklaştı.

-bu saatte bakkal m kapatılır dayı nerede Salih abi ?

+Bilmiyor musun be çocuk.

Buruk sesin etkisiyle anlamıştım ölümün Salih abiyi de yurdundan ettiğini, o anlık dalgınlıkla; ‘’Neyi?’’ diyebildim titrek bir sesle.

+ Okunan sela onundu. Saba oğlu aradı, adın bilmediğim bir hastalıktan kaybettiklerini söyledi, öğle namazında kaldıracaklarmış…

Diyerek devam ederken;

Şekerdendir dedim giderken.

  İştahsız bir ölümdü benim için. Her ne kadar küfür de etmiş olsam, KALIPLAŞMIŞ bir mahalle figürünü oynuyordu.

Azrail yakında olmalı, cesedin kokmasına saatler vardı. Ölmek.. Dünya saatlerinin durduğu ahiret çanlarının çaldığı vakit. Allah’ın bir formülü yoktu kendimce. Kime ölür dediysem ölenlerden fazla yaşadılar. Hatırlamış olduk azrailin hala devriye gezdiğini. Bilmiyorum, acaba elinde tırpanlı, kafasında kapşonlu , ayaksız bir varlık mı Azrail? Her ne kadar öyle olup, olmasa da kolay mı bir canı almak, bedenden çıkan ruhu tasmalayıp götürmek yada insanlar mı indirgedi öldü kelimesine? Her ölüm kokusunda sormuşumdur bu ironiyi kendime.

Salih abiyi götürdüğü gibi iştahımı da alıp götürmüştü Azrail. Saate baktım; namaza daha 1 saat var. Eve gidip duşun ardına  bi’çay sigara çakar, abdesti bürünür, siyahlar gibi caminin yolunu tutarm gibisinden geçiriyordum kafamdan.

Her şey planlandığı gibi oldu.

İki sokak ötedeydi camii. Salih abinin evinin o sokakta olduğunu fark ettim bugün. Bu güne nasipmiş diye geçirdim içimden. Böyle günlerde sentezleniyor ruhuma dinsellik. En son ne zaman kullanmıştım nasip kelimesini; hatırlamıyorum. Evin önündeki kalabalığın içinden geçerken bir çerçeve, beynimdeki algıları taciz etti;

Ali abi, Salih abini en küçük oğlu. Düğününde çektiğimi anımsadım. Zaman ne çabuk geçiyor; en son 3 yaşında gördüğüm çocuk bugün 5 yaşındaydı. Saçımdaki akları irsilikten ziyade yaşlanıyor muydum? Her neyse Ali abinin ufaklık ve akranları oyun oynuyorlardı direk dibinde.

Bi süre bekledim. İzledim masuniyeti en olağan haliyle.

-Demek masumiyet caniliğin en azından ölümün geçersiz akçe olduğu tek yermiş. Çocukluk ne büyük nimet, zamansız, engebesiz eğlenilebilen büyük bir diyar. Üzüldüm bak şimdi, büyüyünce ‘’hayat neden bu kadar zalim, insanlar neden bu kadar zalim, yaşamak neden bu kadar zor ve bu kadar güzel ve vazgeçilmez. ‘’ cümlesini kuracakları için.

+Lan deli ne konuşuyorsun kendinle, hadi namaz kılınacak ardına defnedilecek.

-tamam geldim.

Camiye adımımızı attık. Musalla taşında ‘’RUHSUZ’’ Salih abi yatıyordu. Kim bilir kaçıncı ruhsuzu misafir ediyordur.

Başladı imam;

-Allâhümma'ğfir lihayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve gaibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sagýrinâ ve kebîrinâ. ..

..

Ve geldi herkesin yapabileceği son yardım çağırısı ‘’Hakkınızı helal ediyor musunuz ? ‘’ Tok bir ‘’EVET’’ ile namazı eda edip yüklendiler meftayı.

-Yolun açık olsun Salih abi. Beni soranlara selam söyle.

Garip bakışların arasında;

+kaç deli kaç dövcekler seni.

-helva yeseydik ?

+siktir et helvayı geçelim malikhaneye, bi güzel çay demleriz hem açsındır şimdi helva düşündüğüne göre.

-o halde yürü bre ehli deve endamını göreyim.

Bir süre susarak yürüdük. Derin düşüncelerde yüzüyordum. ‘’ee ‘’ diyerek baltaladı düşücemi.

-Ne kolay öldü be salih abi.

+öldü işte uzatma.

-Bu kadar basit mi birini yok etmek beyninde ?

+Nasıl?

-Öldü diyorsun ya, o adamın resmi duruşu, gülüşü, sararmış bıyıkları, paylaştığın anılar.. bunlar unutulmadan ölmez kimse. Her zaman o garip küfürlerini kullansan o insan gelir yanına, dinler dünyadaki kendini. Ölüm bu kadar basit mi be olum? Ya da sizler indirdiniz zaten, o büzülüp çürüyen beden haline gelince ölür sizin için insanlar. Ruhlardır ebedi kalan kardeşim. Yaşlanmaz. Bedenin manipüle şeklidir yaşlı hissetmesi. O buruşuk bedene, ötmeyen kuşa baktıkça yaşlı hisseder. Bi’nebze mahkumiyet, çaresizliğin getirisidir. Ruhlar ölmez bedenler koksa da!

+anladım.

 Noktayla birlikte varmış olduk malikhaneye. Anahtarı yuvaya girip click sesiyle durulduk, arındık dışarıdan ve vardık huzrevine.

Birinci bölüm bittii.

Yalnızlık şizofrenisine yolculukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin