Bölüm 2

3 1 0
                                    

         Gözlerim ağır ağır açılıyor, sersemlemiş beynim yavaştan kendine geliyordu. Arabanın tıpkı bir beşik gibi  sallanması güzelce uyumam için mükemmel  bir yer haline gelmişti. Toynakların yeri dövme sesi seyrelmişti, yavaşlıyorduk sanırsam, hemen sonra atlar kişnedi ve araba sallanarak durdu. Durma sebebimiz saraya varmış olmamızdan başka bir şey olamazdı. Uykum dağıldıkça ve kendime geldikçe hali hazırda  arabacının konuşan sesini duydum, konuştuğu kişiler kapıdaki nöbetçilerden başkaları olamazdı. Neden geldiğimizi ve taşıdığı yolcunun kim olduğunu anlatarak geçiş izni alıyordu. İçimde tarif edemediğim bir duygu vardı belki heyecan belki de korku bilmiyordum. Daha önce ne saraya gelmiştim, ne de evden bu kadar uzaklaşmıştım.

       Sesler kesildi, atlar hırıltılı bir şekilde kişnedi ve araba ufak ufak sallanarak tekrar hareket etmeye başladı. Kapıdaki nöbetçiler bronzdan dövülme birer zırh giyiyorlardı miğferleri parlak güneşte gözümü kamaştırmıştı, sorguçlarının ise bakımlı bir atın kılından olduğu kesindi. Gidiyor olduğumuz yol nedense çok uzun gelmişti bana, gidiyorduk ama ne sonu geliyor ne de duruyorduk. İçimdeki tarifini bulamadığım duygu ise giderek artıyordu ve tüm vücuduma yayılıyordu. Kalbimin hızla attığını ve vücudumun terlemeye başladığını çok iyi hatırlıyorum. Bir süre daha ilerledikten sonra biranda kocaman saray tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. Nasıl olur da onu farketmemiş olabilirdim, sanki orada değildi de bir tanrı onu yoktan var etti. Kapıda yine girişte olduğu gibi bronz zırh giyen ve bronz miğferleri olan iki nöbetçi vardı. Arabacı zaten içinde pek bir şey olmayan eşya bohçamı arabadan indirdi ve benimde inmemi ister gibi dibimde dikiliyordu, tabii ki anlamıştım inmem gerektiğini ne de olsa dün doğmamıştım. Çocuksu bir tavırla arabadan atladım, ayaklarım yerdeki tozları havalandırmıştı. İnce ve zayıf kollarımla kıyafetlerimi yerden kaldırdım ve sarayın merdivenlerinden çıkmaya başladım. Takılıp düşmemek ya da herhangi bir aptallık yapmamak için elimden geldiğince dikkatli ve kendimden emin davranmaya çalışıyordum. Devasa giriş kapısından geçtiğimde neredeyse kör olmuştum, parlak güneşe alışmış gözlerimin içerideki loş ortama alışması biraz sürmüştü. Etrafıma boş gözlerle bakarken karşıdan biri bana geliyordu, bir erkek, üstünde beyaz bir kumaş parçası omuzların aşağı dökülüyor göğüslerindeki kasları göstermek istercesine tam kapatmıyordu, belinde kalçasına oturması için hafif boğumluydu ve bacaklarında dizlerine varmadan bitiyordu. Ülkemizde yaz aylarında böyle giyinen erkekler garip karşılanmıyordu hele ki sarayda, çünkü yazın sıcağından kaçmak en doğal haklarıydı. Asiller ve kraliyet ailesinde yaşayanlar beyaz kumaşı tercih ediyorlardı, saflığın ve temizliğin sembolü olarak görülen beyaz kumaş asilliğin de bir sembolüydü. Halktaki insanlar beyaz kumaşı alacak gücü olsa bile orada burada çalışmaktan temiz tutamayacakları için kullanmazlardı. Etkileyici ve otoriter bir ses tonuyla konuştu "Sen Bedros'un oğlu olmalısın" biran duraksadı "Ve isminde..."
öylece durdu tek kelime daha etmedi. Sanki adımı hatırlamaya çalışıyormuş gibi düşünceli bir ifade vardı gözlerinde. Çok geçmeden otoriter sesiyle tekrar konuştu ve onu takip etmem gerektiğini söyledi, zayıf kollarım eşyalarımı taşımaktan hafif yanmaya başlamıştı artık. Tek isteğim odama vardığımda yatağa uzanıp ertesi güne kadar uyumaktı. Belki de uyuyup uyandığım zaman tüm bunların geçiceğini sanıyordum. Sarayın içerisi dışarısının aksine serin ve loştu, hoşuma gitmişti. İleriden, uzaklardan sesler duymaya başladım, yürümeye devam ettikçe  sesler netleşmeye başladı. Çokta büyük olmayan bir kapının önünde durduk, içerideki gözlerin üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Otoriter ses konuştu "Talim alanında bekliyorum, kaytaran olursa cezasını biliyor" , kimsenin beni tanıtacağı ya da kimsenin  beni tanıyacağı yoktu. Saraydaki çoçuklara savaş eğitimi verdiğini düşündüğüm adam kapıdan ayrıldığında herkes kendi önüne döndü; kimi arkadaşlarıyla sohbet ediyor, kimi yatağında tavanı seyrediyor, kimi ise giyiniyordu. Yavaşça ayaklarımı sürüyerek ilerledim, yeni yapıldığı anlaşılan bir yatak gördüm. O tarafa doğru ilerledim, kopacak gibi olan kollarımı bu işkenceden kurtararak eşyalarımı yatağa fırlattım.
Bir an sonra içerideki çocuklar yüzlerinde mutlu bir ifade ile odadan çıkmaya başladılar. Nereye gittiklerini umursamıyordum, tek olmak kendimi daha iyi hissettiriyordu bana. Neredeyse kimse kalmamıştı odada, kısa saçlı yüzü yara bere içinde olan bir çocuk bana doğru yaklaştı. Görünüşünün aksine çatlak ve tiz bir sesi vardı, konuştu " Herkes yemeğe gidiyor sen ne diye buradasın hala?" evet yemek. Yemek kelimesini duyduğum an içimde büyük bir açlık belirdi. Çocuk sanki beni bekliyormuşçasına yüzüme bakıyordu. Yataktan yavaşça sıyrıldım, ayağa dikeldim çocuk ilerlemeye başladı. Onu takip etmeliyim dedim kendi kendime.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 01, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Baharın Laneti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin