Gece soğuktu, son zamanlardaki çoğu gece olduğu gibi. Uğuldayan rüzgar, uçurumun kıyısına vuran gelgitlerin sesiyle birlikte ağaçları sallıyordu. Ama ay hala parlaktı; gökyüzünü seyrek bulutlar kaplamasına rağmen yine de çevresine sıcaklık getirmiyordu.
Soğuk, Dazai ve Chuuya'yı rahatsız etmiyor gibi görünüyordu. İkisi çorak ve boş bir tarlada uzanmış; gökyüzü, yıldızlar ve evrenin geri kalanı onlara bakarken sadece birbirleriylelerdi.
"Baksana, bu gece yıldızlar ne kadar parlak," dedi Dazai, sesinde ağır bir teslimiyetle.
Chuuya sadece mırıldandı, o kadar sessizdi ki Dazai onu duymakta bile güçlük çekmişti. Durdu.
Bir an sonra, "Bütün insanlar arasında, seninle sıkışıp kaldığıma inanamıyorum." diye devam etti, Chuuya'nın ona verdiği sessizlikten rahatsızdı. O, gürültülü Chuuya'ya, hırslı Chuuya'ya, öfkeli Chuuya'ya alışıktı, bu Chuuya'ya değil. Bu Chuuya ona yabancıydı, çünkü Chuuya ne zaman susacağını bilmezdi. Ve sessizliği her zaman daha sağır ediciydi, çünkü bu, her zaman dik başlı, asla tereddüt etmeyen Chuuya'nın bile pes ettiği anlamına gelirdi.
Chuuya, "Bunun benim için iyi olduğunu mu düşünüyorsun," diye homurdandıktan sonra sessizlik daha da yükseldi.
"Yani, sonuçta küçük chibi hayatta!"
Chuuya sesine musallat olan teslimiyetle alay etti, "Uzun sürmez," Dazai'nin sataşmasına karşılık iğneleyici bir şey söyleme zahmetine bile girmemişti.
Dazai sendeledi. Haklıydı. Bu boş arazide, kendilerine kimin yardım edebileceğini veya kimlerden yardım isteyeceklerini bilmeden, herkesten yüzlerce kilometre uzakta, karınlarında kurşunlarla mahsur kalmışlardı; ne Yosano-sensei, ne de Mori onlara yardım edebilirdi. Onlarla iletişime geçebilseler bile zamanında yetişemezlerdi, ikisi de hareket edecek durumda değildi. Sonuç olarak, korkunç bir durumun içindeydiler.
"En azından sonunda ölüyorum," Dazai zayıfça yanıtladı. Chuuya da öyle olduğunu anlamış gibi görünüyordu çünkü karşılık olarak verdiği tek şey başka bir alaydı.
"En azından sonunda ölüyorsun," Chuuya onayladı. "Yine de, her zaman senin o boktan kıçını öldürecek kişinin ben olacağımı düşünmüştüm."
"Ölüm döşeğinde olan biri için fazla iyi görünüyorsun." dedi Dazai, söylediğinin ilk kısmını görmezden gelmeye çalışarak.
Chuuya zayıf bir omuz silkme girişiminde bulundu ya da yerde yatarken başarabildiği kadar omuz silkti.
"Artık bilmiyorum. Ane-san'ı ve çay saatlerini özleyeceğim. Akutagawa'yı ve onunla tartışmayı özleyeceğim. Kahretsin, Elise-chan'ı bile özleyeceğim! Hepsini özleyeceğim, ama ölüyorum... sanırım er ya da geç bunun olacağını biliyordum. Er ya da geç...anlarsın ya." Chuuya acı bir kahkaha attı ve ardından hüzünle iç çekti. "İtalya'dan yeni sipariş ettiğim şarabın tadına bile bakamayacağım. Yazık, çok pahalıya mal olmuştu."
Dazai güldü. Ölümün eşiğindeyken bile şarabı düşünmek fazlasıyla Chuuyacaydı.
"Neyi özleyeceğimi bilmiyorum," diye itiraf etti.
Gözünün ucuyla Chuuya'nın bir kaşını kaldırdığını gördü. "Dedektif Ajansını da mı? Jinko'yu bile özlemeyecek misin?"
"Sanırım onları özleyeceğim."
Chuuya tekrar mırıldandı. "Orada mutlu musun?"
"Ne?"
"Aptal piç. Orada, ajansta, mutlu olup olmadığını sordum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
last words of a shooting star | soukoku [türkçe çeviri]
Fanfiction"Ya normal insanlar olsaydık?" Dazai'nin diğerine soracağını hiç düşünmediği bir soruydu bu. İkisinin de kanları toprağa sızıyor, hayatları yavaşlıyordu. "Ya bu şekilde tanışmak yerine normal insanlar gibi tanışsaydık." Chuuya bir anlık sessizliğin...