''Sen zaten ne zaman bizim dediklerimizi dinleyen biri oldun ki? Terbiyesiz!'' Gür sesiyle yemek masasını adeta yerinden oynatan ve direkt olarak bana bağıran üvey babama, krala baktım. Bıkkınca bir nefes vermemek için şişirdiğim yanaklarımı başımı eğerek yeni boyanan sarı uzun saçlarımla gizlemeye çalıştım. Hiçbir şeyimin bana ait olmadığı gibi saçlarım da kraliyet ailesinin öz çocuğu olmadığım belli olsun diye düzenli olarak boyatılıyordu.
Komikti, alt sınıflardan birinin saçını boyadığını gören kraliyet üyeleri bunu kendilerine yapılan bir hakaret gibi görürken ülkenin prensi düzenli olarak saçlarını boyuyordu.
''Bana bak, annenin hatrına sana yaşayacak bir yer sunuyorum ve seni ülkenin prensi konumuna getiriyorum ancak her gün duyduğum şeyler senin minnetin yerine yaptığın hadsizlikler. Kendine çekidüzen vermezsen olacaklardan emin ol ben sorumlu olmayacağım.'' Masaya indirdiği elinin sesi kulağıma tekrar tekrar doldu. "Bir daha bu saraydan çıkmayacaksın, görüştüğün kişileri tek tek bulurum." Karşı çıkmamam gerektiğini biliyordum ancak elimde değildi.
''Hadsizlik? Sırf senden daha fakirler ve yoksulluk içinde yaşıyorlar diye halktan arkadaşlarım olması mı hadsizlik?'' Elimdeki gümüş bıçağın sapındaki tutuşumu sertleştirdim. ''Asıl hadsizliği ben değil sen, sana güvenen aileni o gemideki odaya kilitlediğinde yaptın.'' Gözlerimin yandığını hissediyordum ancak ağlamanın yeri değildi.
Gözyaşlarımı bunlar için harcamamı istemezlerdi.
''Felix, sana kaç kere söylediğimi artık hatırlamıyorum oğlum-'' Keskin bakışlarımı göğüslerini sıkıca saran güpürlü kumaştan yapılmış elbiseli kadına, üvey anneme çevirdim. ''Ben senin oğlun değilim. Oğlum demen gereken kişi de o gemide öldü.'' Başımı inanamaz bir şekilde iki yana sallayarak solumda kalan adamı işaret ettim çenemle. ''Hyunjin'in sırf bir erkeği sevdiği için kilitlendiği o gemi odasından çıkmaya çalışırkenki çığlıkları benim hâlâ kulaklarımda, sen nasıl unutabiliyorsun onu?'' Titremeye başlayan sesimle yutkundum. "Çıldıracağım artık, Hyunjin öldü. Farkında mısın? Kendi eşin oğlunu sırf aşık oldu diye ölüme terk etti."
"Felix, Jeongin diye biriyle tanıştım. O kadar güzel ki, küçükken oynadığı bezden oyuncağını bana verdi ama muhafızlar üstümü ararken onu parçaladılar. Eve dönmeden tekrar birleştirmeme yardım eder misin?"
Gömleğimin yakasını çekiştirdim nefes alamıyormuşçasına. Hyunjin hiç eve dönememişti ki.
''Oğlumu asla unutmam Felix. Kralımız onları korumak için böyle bir yolu uygun görmüştü ve tahmin edemeyeceği şeyler yaşandı, üsteleme artık elimizden gelen bir şey yok. Bir erkeği sevmek büyük bir suçtu ancak yaşanan talihsiz olayların onunla alakalı değil.'' Kalpsizdi, tek gördüğü şey para ve şöhretti.
Sandalyemi sertçe arkaya ittirerek zorla getirildiğim masadan kalktım. ''Size afiyet olsun kralım.'' Kıyafetimin boğazına geçirilen kumaşı tek seferde çekerek buruşturup masada onun bulunduğu yerin biraz önüne fırlattım. ''Ben yeterince doydum.''
Hakkımda homurdanmalarına kulak asmayarak büyük salonun kapısına ilerlemeye başladım. Hyun Ae'nin arkamdan gelen adım seslerini işittiğimde hızlı adımlarımı yavaşlatarak bana yetişmesini bekledim. ''Prensim.'' Sinirle ona baktığımda oldukça fazla kez tekrar ettiğim uyarımı hatırlamış olmalıydı ki dolgun dudaklarını anında birbirine bastırmıştı. ''Peki Felix, iyi misin?''
Odamın önüne gelmemle kapının iki yanında bulunan muhafızlar yana çekilerek bana yol açtığında sorusuna cevap vermeden onu kolundan çekerek kapıdan geçirdim. ''Kapatabilirsiniz.'' Tahta kapının gıcırdayarak kapanma sesi kulağımı tırmalarken üstümdeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladım. Güzel giyinmeyi seviyordum ancak onlar için hazırlanmak ne giyersem giyeyim hepsinin içinde boğuluyormuşum gibi hissettiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the lakes, chanlix
Fiksi Penggemar"Kim olduğun ve başkalarının hakkında ne düşündüğü umrumda değil." Rüzgarın savurduğu saçlarımı kulağımın arkasına attı parlayan gözleriyle gözlerime bakarken. "Umrumda olan tek şey gün sonunda bu göl kenarında, tanıştığımız ağacın altında beraber...