"aferin tavşancık. saklanmayı başardın."
jungkook, hızla namjoon'a doğru ilerledi ve yumruk haline getirdiği elini havaya kaldırdı. neyse ki namjoon ondan önce davranarak sinirli oğlanı kolları arasına almıştı.
"bırak beni!" jungkook debelense de namjoon ondan daha güçlüydü. kurtulmasına imkan yoktu.
"jungkook-ah, özür dilerim." jungkook sinirle güldü. bu adam onunla dalga geçiyor olmalıydı. jungkook'un hayatını mahvetmişti. psikolojisi onun yüzünden alt üst olmuştu. kuru bir özürle kurtulabileceğini mi sanıyordu? kollarını önündeki göğüse bastırarak kendini namjoon'dan uzaklaştırdı ve dizini kasıklarına geçirdi. namjoon acıyla inleyip geri çekildiğinde jungkook vakit kaybetmeden yumruğunu büyüğün suratıyla buluşturmuştu.
fakat beklediği gibi bir şey olmadı. (namjoon'un yumruğun etkisiyle bayılması ya da en azından yere düşmesi)
tenleri temas ettiğinde jungkook tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. elini hızla kendine doğru çekerken vücudu acıyla sızlamaya başladı. "siktir." namjoon'un sesi derinlerden geliyordu. "kook-ah." son duyduğu şey kendi adı olurken etraf karardı.
'Dünya Zamanı''yla 28 yıl önce, Dünya'ya hem çok uzak hem de çok yakın olan bir yer
"joon-ah..."
boynunda dinlenen dudakların kendininkileri bulması karnının sancımasına neden olurken titreyen bacaklarını eşinin beline sardı. "çok güzel kokuyorsun, aşkım." aldığı iltifatla kollarını esmerin boynuna sardı ve bedenlerini birbirine bastırdı. "tekrar anlatır mısın?" namjoon keyifle sırıtırken alnını jungkook'un alnına yasladı. "vanilya,"
düşünmek(!) için biraz duraksadığında jungkook dudaklarını büzmüş ve eşine hafifçe vurmuştu. "benimle oynama."
"pekala devam ediyorum. vanilya, aster, hm..." büyük olan jungkook'a doğru eğildi ve burnunu boynuna sürttü. "ah, evet! adaçayı. ne çok tatlı ne de çok sert. benim jungkook'um." jungkook dudaklarını namjoon'un saçlarına bastırırken eşinin onu görmüyor oluşuna şükretti. aksi taktirde suratındaki acı dolu ifadeyi nasıl açıklardı, bilmiyordu.
...
'Dünya Zamanı''yla 24 yıl önce, Dünya'ya hem çok uzak hem de çok yakın olan bir yer
"jungkook-ah?"
kulağında hissettiği nefesle sıçradığında elinde tuttuğu ayna yere düşmüş ve parçalara ayrılmıştı. sertçe yutkunarak arkasına döndü. eşi, namjoon, kırgın gözlerle ona bakıyordu. "aşkım, açıklayabilirim–"
namjoon konuşmasına izin vermedi. onu nazikçe kenara iterek yerdeki kırık aynayı eline aldı. eğitimli olan her iblis bunun bir melek aynası olduğunu bilirdi. melekler iblislerin aksine zihinle değil bu sihirli aynalarla iletişim kuruyordu.
"bunca zamandır..." jungkook kafasını hızla iki yana salladı. namjoon'un neyi ima ettiğini biliyordu ve bunu ihtimal vermiş olması kalbinin sızlamasına neden olmuştu. "hayır, hayır. aklından bile geçirme. seni seviyorum. hislerim gerçek, joon." namjoon acıyla gülümsedi. inanmak istiyordu. inanmayı her şeyden çok istiyordu ama yapamazdı. ilk ve tek aşkı, ruhunun diğer yarısı, jungkook'u, ona ve şeytan'a ihanet etmişti. evlerine, benliklerine sırtını dönmüştü. "ne zamandan beri?" sesi titrese de umursamadı. ölmek istiyordu. yoongi hyungla olan sohbeti uzasaydı ve eve biraz geç dönseydi olmaz mıydı?
sessizliği jungkook'un dudaklarından kopan hıçkırık bozmuştu. neden ağlıyordu ki? aylarca hatta kim bilir belki de yıllarca ihanete uğrayan o değil namjoon'du. "jungkook-ah, ne zamandan beri?"
"a-altı yıl." altı yıl. altı yıl. altı yıl.
altı yıl önce evlilikleri henüz çok yeniydi. güçlenen bağlarına alışmaya çalışıyor bir yandan da dünya'ya yerleşmek için para biriktiriyorlardı. birlikteliklerinin dördüncü yılıydı ve artık aile kurmanın vakti gelmişti. "seni ihbar etmem gerekiyor."
"ne?"
hıçkırıklar durdu. jungkook'un artık acı değil korkuyla dolu gözleri eşinin suratını buldu. "olacakları göze alıyor musun?" iblislerin meleklerle çalışması yasaktı. eğer şeytan ihanetinizi öğrenirse sizi bir ölümlü yapar ve dünya'ya yollardı. yeni biri olarak doğardınız. eski hatıralarınız olmadan.
"bana ihanet ettin, jungkook-ah. evimize ihanet ettin."
...
şeytan, jungkook'u dünya'ya sürdükten sonra meleklerin başı raziel'le bir görüşme yapmış ve iblislere yardım eden meleği de yakalamıştı. çoğu uydurma hikayenin aksine iblisler ve meleklerin düşman olduğu falan yoktu. yalnızca birbirleriyle iletişime geçmeleri ve birbirlerine yardım etmeleri yasaktı. kuralları çiğnerlerse bir insan olarak yeniden doğar ve ölürlerdi.
jungkook'un aynasına yapılan birkaç büyüyle meleklere hangi bilgileri sızdırdığını bulmuşlardı. patlayacak bir nükleer tesis ve patlatılacak bir kule. çok büyük kötülükler değildi.
çok da önemli değildi.
eğer.
eğer,
"namjoon-ah?" yoongi kollarını namjoon'a doladı ve küçüğünün saçlarını okşadı. "hyung, yeonjun-" artık tutamadığı gözyaşları yanaklarını ıslatırken göğüsünün acıyla yandığını hissediyordu. yeonjun, namjoon'un küçük kardeşiydi. aralarında çok yaş farkı olmasa da yeonjun her zaman hyungunun onun rol modeli olduğunu söylerdi, büyüdüğünde onun gibi başarılı ve tanınan bir iblis olmak istediğini.
geçen yazdı. sıradan bir gündü. yoğun çalıştıklarından bazı iblislerin görev yerlerinde değişiklik olmuştu. gelecek ve geçmiş'e gidecekler yer değiştirmişti. yeonjun, sıcağı severdi. 1986 ukrayna'sı yerine amerika'ya gitmek...
yeonjun çok eğlenecekti.
eğer
eğer birisi dışarıya bilgi sızdırmasaydı.
eğer jungkook meleklere ikiz kulelerden bahsetmeseydi.
iblisler ve melekler düşman değildi. büyük bir çoğunluk birbirine saygı duyardı. iblislerin işi kötülüktü ve meleklerinki de iyilik. var oluş sebepleri belliydi. nefrete gerek yoktu. basitti.
ne yazık ki başkaldıranlar her zaman olurdu.
ve yeonjun henüz çok küçüktü.
ölmek için çok küçüktü.
onu öldürenin bir melek olduğunu anlayamayacak kadar küçüktü.
jeon jungkook.
jeon jungkook ihanetinin bedelini ödeyecekti.
jeon jungkook ihanetinin bedelini ödemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hold me tight | namkook
Fanfictionağlamayı kes ve bir şey söyle. "bunu neden yaptın?" "özür dilerim." unut gitsin, sana bunu ya da şunu yap demeye hakkım var mı ki? "bana günahkar mı diyorsun?" 310122-080622