0

1.1K 75 50
                                    

the weeknd, in your eyes.

rhytm n gloom barı her zamanki gibi perşembe gecelerinin en renkli, en gözde yeriydi bu gece de. bazı masalarda kahkahalar havada uçuşuyor, bazı masalarda ise kalp kırıklıkları birbirini kovalıyordu.

çalışanlar masalara hizmet vermekten çekinmeden her yere koşturuyorlardı. sarhoşluktan kendini kaybeden müşteriler sayesinde cepleri bahşişlerle dolup taşıyordu. bu da işlerinin onlara kazandırdığı en büyük gelirdi.

bu gece, haftanın diğer günlerinden farklıydı atmosfer. çünkü bu gece, perşembe gecesiydi. perşembe gecesi demek buradaki kalabalığın sebebi demekti. insanlar park roseanne'in, bilindiği ve tanındığı sahne adıyla rosé'nin grubuyla sergileyeceği performansı dört gözle bekliyordu.

ona bayıldıklarını, haftanın her perşembesini iple çektiklerini söylemek mümkündü. roseanne'in diğer sanatçılardan farklı bir aurası olduğunu, her geçen gün sesiyle onları büyüleyen bir periye dönüştüğünü öne sürüyordu insanlar.

roseanne, buradaki insanlar için bir başyapıttı. gerçek olamayacak kadar güzel, hayal edemeyecek kadar kusursuz birisiydi.

herkesin hayranlıkla beklediği o an nihayet geldi çattı. roseanne; hafif dalgalı beline kadar uzanan sarı saçları, gri simlerle işlenmiş çizmeleri, üstüne giydiği siyah oversize tişörtü ve boynuna asılı sarımtırak elektro gitarıyla sahne arkasından öne doğru çıktı. mikrofonuna epey bir yaklaştı.

insanlar öylesine büyük çığlıklar atarak ismini haykıyordu ki roseanne'in dudaklarında gururla sarılmış bir tebessüm beliriyordu. roseanne ardından sahneye çıkan grup arkadaşlarına döndü. sağ tarafına geçen arkadaşı bas gitarist kim yoojung'du. sol tarafına geçen baterist arkadaşı benjamin louis wilson'dı. üçü birlikte el ele tutuşarak dudaklarındaki gülüşle isimlerini haykıran kalabalığın önünde eğilerek onları selamladılar.

benjamin louis wilson, kendisi roseanne'in avustralya'dan kore'ye dönerken havalimanında şans eseri arkadaş olduğu birisiydi. bas gitarist olan kim yoojung ise roseanne ve benjamin'in tanışma hikayesinden farksız değildi. o da roseanne kore'ye yerleştiğinde restoranda şans eseri karşılaştığı daha sonra arkadaş olduğu birisiydi.

üçünün nasıl bir araya geldiği ise aynı bu arkadaşlıkların oluşması kadar akıl dışıydı.

üçü de sevdikleri tarafından terk edilmiş, üçü de yeteri kadar aşk acısı çekmiş, üçü de bütün bu acılarını birbirlerine sarılarak; birbirlerinin yaralarını kapatarak unutan üç gençti. bütün bu acıların sonunda ise full-time heartbroken grubu onların eline verilen bir hediyeydi.

roseanne derin bir nefes çekti. gururlu gözleri bardaki kalabalığın içinde küçük bir gezintiye çıktı. insanların onlara verdiği bu büyük destek onu her seferinde ilk kez sahneye çıkmış gibi heyecanlı hissettiriyordu.

parmaklarını mikrofonuna sıkıca sardı. bunu yapması insanların yeni bir çığlık atmasına sebep oldu. içinden pekala her şey ilk günkü gibi iyi olacak mottosunu dile getirdikten sonra dudaklarını konuşmak adına araladı.

"sizinle birkaç gün aradan sonra tekrar görüşmek çok güzel çocuklar! görüyorum ki hepiniz bugünü dört gözle beklemişsiniz."

ufak bir kıkırtı bıraktı mikrofona. insanlar ise bu sırada onun güzelliğinden ve zarifliğinden bayılacak gibiydi. o tam bir profesyoneldi.

"aslında size söylemek istediğim bir şey var. bugün sizlere 14 şubata az kalmışken bir sevgililer günü hediyesi vermek istiyorum."

kalabalıktan yükselen sesler epey gürültülüydü. herkes hediyenin ne olacağını düşünüp dururken şaşkınlığını bağırarak dile getiriyordu.

poison.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin