4

1.1K 195 107
                                    

❝And I'd curled up on my mother with the fire ablaze.
My memories of then are a haze.
But I can still smell the fynbos after a night's rain.
And the fairies and the magic,
The blossom from our brains.❞

2008, Jeongguk.

Gözlerimi ondan alamıyordum.

Taehyung, topu karşı takımın oyuncusunun ayağından çevik bir hareketle aldığında tribünlerdeki kalabalık heyecanlanmış, benimle beraber ayağa kalkanlar olmuştu. Onlarca kişi onun adını bağırıyor, ismiyle kafiyeli sloganlar atıyorduk ve o, sadece sahada sürdüğü topa odaklı bir şekilde kaleye koşuyordu. Kalabalık daha da heyecanlandı. Tezahüratlar arttı. Taehyung topu o yıl daha önce de birçok kez yaptığı gibi kaleye gönderdi ve gol olmasından sadece birkaç saniye sonra maçın sonlandığını belirten düdük sesi duyuldu.

3-2.

Bir kez daha kazanmıştık.

Taehyung, Seul Seonggong Lisesi'nin futbol takım kaptanı ve golcüsü Taehyung, deli gibi sahada koştururken takım arkadaşları da ona eşlik ediyordu. Sonra birbirlerinin sırtlarına çıkıp çimenlerde güreşmeye falan başladılar. Ah-gerçekten, futbol takımındaki herkes Taehyung gibi fazla hareketliydi ve zaman zaman çocuk gibi davranıyorlardı. Yine de kimse şikayetçi gibi durmuyordu. Ben de dahil, çünkü takımın ve özellike Taehyung'un mutluluğunu izlerken gülümsemeden edemiyordum.

Bilmediğim sebeplerden dolayı gözlerimi ondan çekmek çok zordu.

Sanki o bir mıknatıstı ve gözlerim iki küçük metal küreydi. Nerede olursak olalım, Taehyung ortama girdiyse bakışlarım bir şekilde onu bulup sadece ve sadece ona sabitleniyordu.

"Dünyadan Jeongguk'a!.. Kime diyorum, alo? Ohoo... Uçmuş bu."

Tek ve en yakın arkadaşımın söylenmesiyle ona döndüm. "Ne?"

"Diyorum ki inelim artık şuradan. Plastiğe oturmaktan popom düzleşti."

Çoğunluğu boşalmış olan tribünlerden hoplaya zıplaya inerken az sonra yapacağım şey için kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. Yapabilirsin, Jeongguk. Sadece üç kelime. Üç kelime edemeyecek misin? Yaparsın sen.

Sonunda zemine ulaştığımızda gözlerimi ileride birileriyle gülerek sohbet eden Taehyung'dan ayırmadan konuştum. Büyük ihtimalle tebrikleri kabul ediyor, ona yağdırılan övgüleri dinliyordu. "Soyeon, ben Taehyung'a bir şey söyleyip geleceğim."

Pekala, bu benden beklenen bir hareket değildi. Hem de hiç değildi. Utangaç biri sayılırdım ve Taehyung gibi yetenekli, başarılı, yakışıklı, havalı, eğlenceli, komik... (bu liste böyle uzar giderdi) biriyle konuşmayı bırakın, sınıf arkadaşlarımla muhabbet etmeyi bile pek beceremiyordum. Soyeon bir istisnaydı. Onunla her şey hakkında konuşabilirdim ama başkaları olmazdı işte. Hele Taehyung, hiç olmazdı.

Ancak o gün, aklıma koymuştum işte. Soyeon arkamdan bağırırken onu dinlemeden koştum. Beni yakalarsa soru soracağına emindim ve böyle yaparak az sonra hızlanacak nefeslerimi koşuşturmama bağlayabilirdim en azından.

Kendimi rahatlatmaya çalışarak ona yaklaştım ve adımlarımı yavaşlatarak etrafındaki insan halkasına dahil oldum. Tahmin ettiğim gibi kızlar flörtöz bir şekilde iltifat ediyor, herkes onu ve diğer takım üyelerini tebrik ediyordu ama spot ışığı her zamanki gibi onun üzerindeydi.

"Tebrik ederim, Taehyung." dedim. Benden büyüktü ama ona hyung diyecek kadar samimi değildik. Sesim düşündüğümden kısık çıkmış ve kalabalığın çıkardığı gürültüde dağılmıştı. Doğal olarak bakışları da beni bulmamıştı. Gözlerimin dolmasına, şevkimin kırılmasına izin vermedim. Şimdi yapmazsam hiç yapmayacaktım. Boğazımı temizledim ve bir kere daha tekrar ettim. "Tebrik ederim, Taehyungssi!"

bleeding for youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin