6

1K 169 60
                                    

❝You can break throw yourself away,
Leave it behind.
We come undone.
And if you need to, you can break me too.
You can disappear.
Please just take me with you and you go
Or let me follow.❞

2008, Jeongguk.

Parmak uçlarımda yükseliyor, zıplayarak en üst raftaki kitaplara ulaşmaya çalışıyordum.

Kütüphane görevlisi olmak eğlenceliydi. Teneffüslerimi ve boş derslerimi burada geçirmeyi seviyordum. İki sınıf büyüklüğündeki, çatı katındaki ve genelde boş olan bu yerin temizliği ve düzeni bana aitti. Süpürüyor, kitapları içeriklerine göre dizip kırk yılda bir kitap alacak-verecek olan olunca da kalın kayıt defterini çıkarıp not alıyordum. Sessizdi, sıcak ve güvenliydi. Çoğu kişinin varlığını bile bilmediği okul kütüphanesi benim okuldaki sığınağım gibiydi.

Üst rafa hiçbir zaman boyum yetişmezdi ve ben, bu soruna aylar önce buraya küçük bir katlanır merdiven çıkararak çözüm bulmuştum. İşe yarıyordu ama dakikalar önce onu kırmıştım, zaten pek sağlam bir şey değildi. Bu öğlen uzun süredir ertelediğim düzenleme işini bitireceğime dair kendime söz verdiğim için üst rafı da halletmek ve vicdanım rahat bir şekilde ayrılmak istiyordum. Zıplayarak ulaşabileceğimi düşünmüştüm ama hala çok yüksekteydi işte.

Oflayıp puflamaya devam ederken hemen arkamda hissettiğim sıcaklık ve tepemden uzanan esmer bir kol, nefesimi tutup donakalmama neden oldu. Kokusundan, hemen kim olduğunu anlaraken aptal bir şey yapmamak için kendime telkinler veriyordum. Sorun yok. Bedeni hemen arkamda ama sorun yok.

Uzanamadığım kitabı benden beş santimetre uzun boyu sayesinde rahatça aldığında yavaşça arkama döndüm. Bedenlerimiz temas ediyor falan değildi ama ben sarılmışız gibi heyecanlanmıştım. Isındığımı hissederken bir an önce buradan gitmesini istiyordum çünkü yanaklarımın ve kulaklarımın yavaştan kırmızıya döndüğüne emindim.

"Al bakalım." diyerek kitabı elime tutuşturduğunda minnettar bir şekilde gülümsedim. O da bana gülümsedi ve ben, aylar önce yaşansa belki çığlıklar atacağım olaya utanıp bakışlarımı kaçırarak tepki verdim. Taehyung'la arkadaş bile sayılmazdık, sadece birkaç kere diyaloga girmiş ve beraber öğle yemeği yemiştik işte. Arada koridorda karşılaşıyor ve birbirimize gülümsüyorduk. Çapkın sırıtışıyla göz kırptığında çoğu kızın yaptığı gibi ellerimi kalbime koyup iç geçirmemek için zor duruyordum. Arkadaş bile sayılmazdık ama önceden onu sadece uzaktan izlerken şimdi böyle küçük etkileşimler yaşıyor olmak benim için çok büyük bir adımdı. Sanırım, o gün onu tebrik edişim bir şekilde adımı öğrenmesine, radarına girmeme ve beni arada selam verecek bir alt sınıf olarak görmesine neden olmuştu.

Gerçekçi olmaya çalışıyordum. Bana, benim ona beslediğime benzer hisler beslemediğini biliyordum. Tanrı aşkına-ikimiz de erkektik ve o, benden o şekilde hoşlanmayı aklından bile geçirmezdi büyük ihtimalle.

Ona teşekkür ettiğimde raftan almak istediğim başka kitap olup olmadığını sordu. Yalan söyleyebilirdim ama yapmak istemedim. Bir an için gitsin istemedim. Kızaran yanaklarımı, ondan ne kadar hoşlandığımı görmesi o kadar da büyük bir sorun gibi gelmedi. Onca kız, onunla flörtleşmek için yer ve zaman kollarken benim böyle köşe bucak kaçmama gerek yoktu. Bu yüzden ona aslında üst raftaki her kitaba ihtiyacım olduğunu çünkü onları düzenlediğimi söyledim. O da, beni çok mutlu ederek kalıp yardım etmeyi teklif etti.

İlk defa onunla baş başaydım ve aptalca bir şeyler yapmadan, iki arkadaş gibi sohbet ediyorduk. Fazlasında gözüm yoktu çünkü ulaşamayacağımı biliyordum. Kim Taehyung'la şu kadar yakın olmak bile kalbimi bir serçeye çevirip pır pır atmasına neden oluyordu.

bleeding for youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin