two shot
dudaklarımın kenarlarından sızan kızıl şarap beyaz gömlek yakalarımı kızıla boyarken bugüne özel kendini bütün güzelliği ile sunan dolunayı izledim bir süre. bir yandan mideme inen bir yandan da üzerime akan ılık sıvı cam şişenin içerisini tamamen boşalttığında dahi ağzımdan çekme gereği duymamıştım. doğrudan gözlerime yansıyan bembeyaz ışıklar gözlerimi tamamen açık tutmamı zorlaştırsa da hiçbir anı kaçırmamak adına gözlerimi dahi kırpmamaya gayret gösteriyordum. hiçkimseyi, hiçbir şeyi düşünmeden yalnızca serin rüzgarın tenimi yalayıp geçmesine izin verdiğim ve zihnimi olabildiğince boşaltmaya çalıştığım esnada duyduğum ses ile irkildim.
"son bir şişe, idareli kullanalım chuuya-kun."
dazai osamu. kendimi bildim bileli kıçımın dibinde olan ve her daim bir at yarışı içerisinde olduğumuz şu piç ilk defa cesaret edip alkol aldığım gecenin yarısında bile dibimde bitivermişti. beynimin çoktan uyuşmuş olması sinirimi somut bir şekilde ifade etmemi zorlaştırırken benim gibi uçmuş olan dostuma çevirdim bakışlarımı.
"ne diye hala buradasın? bugün sana yeterince maruz kaldığımı sanıyorum."
kıkırtısı dolunayın bembeyaz ışıkları ile donattığı serin geceye karıştı. en çok içmiş olan taraf olmama rağmen şu an yanımda bilincini tamamen yitirmek üzere olan oğlandan çok daha iyi durumdaydım. gevşek gevşek gülüp anlamlandıramadığım şeyler fısıldaması kafamda sıkıcı gençlik kurgularındaki aptallıkları canlandırırken gülümsemeden edemedim. birbirini tanımayan iki yabancı olsak bu halinin sevimli olduğunu bile düşünebilirdim doğrusu.
"son sınavdaki düşüşüne fazla kızdılar mı?"
yüzümde donup kalan gülümsemem duyduğum cümle ile an be an solarken gözümdeki bütün tatlılığı anında yok olan dazai'a çevirdim bomboş bakan mavilerimi. ses tonundan seçemesem de kibirlendiğini, belki de beni aşağıladığını hissetmiştim. gecenin başlangıcından beri takındığım gereksiz samimi tavırlarım yüzünden hızla filizlenen bir pişmanlık boy göstermeye başladı içimde. her daim birbirini ezerek üste çıkmaya çalışan hırs makineleri olmamıza karşın burada oturup içiyor olmamız başlı başına bir saçmalıktı.
"ve gece burada bitiyor sanırım. bir yol kenarında gebermeyi unutma, ben gidiyorum." zar zor ağzımdan dökülen kelimelere birlikte kalçamı yerden kaldırdım. muhtemelen yemyeşil çimen lekesi ile kaplanmış olan pahalı pantolonum dahi umrumda değildi. yalnızca var olarak bile gecemi mahvedebilen şu sinir bozucu ahmaktan bir an önce kurtulabilmeyi umarak doğruldum.
yavaş yavaş işlevini yitiren beynim bacaklarımın beni birkaç saniyeden fazla taşımasına izin vermemişti. titreyen ve ardından bana ihanet ederek olduğum yere çökmemi sağlayan güçsüz uzuvlarıma sessiz bir küfür savurdum.
"ben ciddiyim chuuya-kun."
tekrardan ayağa kalabilmek için oturarak bir süre güç toplamaya çalıştığım sırada dudağımın kenarındaki morluğa dokunan parmaklar ile irkildim. anlamlandıramadığım onca tuhaf his kalbimde ve midemde tuhaf tepkilere sebep olurken sessiz kalmayı tercih etmiştim. alkolün etkisiyle dengesizleşen duygularım yüzünden aptalca şeyler söylemek ve ufacık bir güven dahi beslemediğim bu herifin söylediğim rezillikleri insanlara gülerek anlatması isteyeceğim en son şey bile olamazdı.
bandajların sarılı olmadığı baş parmak ucu günlerdir sızlayan morluğumu şefkatle okşarken endişeli bakışları altında ezildiğimi hissetmiştim.
"acıyor mu?" kıkırdadım
"acısa ne yapabilirsin ki?"
güçsüz bir şekilde yanağıma tutunan parmaklarını bir hamlede kendimden uzaklaştırdım ve omuz silktim. yarışır, atışır bunların sonucunda da kazanır veya kaybederdik. şimdi ise bunları umursamadan, bana acıyormuşçasına takındığı bu iğrenç tavır sinir bozucuydu.
"daha çok çalışmanı öğütleyebilirim. dazai mükemmel ötesi osamu'yu alt edebilmen icin ihtiyacın olacak." uyum sağlamadığım duygusal ortamı uzatmadan alışık olduğum rekabeti ateşlediğinde gülümsedim. sonunda diye geçirdim içimden. çocukluklarından beri aileleri tarafından yarıştırılan ve birbirlerine karşı hissettikleri hırs dışında hiçbir duygu barındırmayan bu iki oğlanın yaptığı en duygusal konuşma işte bu olmalıydı.
"elinden geleni ardına koyma piç kurusu."
alayla söylediklerime karşılık yüzünde beliren belli belirsiz gülümsemeyi izledim bir süre. takındığı sahte gülümseme gözlerindeki hüznü bir saniye bile gölgeleyememişti. tuhaf biri olduğunu ve insanlara gösterdiği kişiliğinin gerçek olmadığını az çok tahmin etsem de buna tanık olmak bocalamamı sağlamıştı. bir yandan hala akşamdan kalan, ufak çaplı aile tartışmamızın sonucu ortaya çıkan ufak morluğu seyreden gözlerine sert bir yumruk geçirmek istesem de bir yandan da omuzlarına sarılıp teşekkür etmek istemiştim. bu ne sikik bir ikilem diye düşünmeden edemedim.
kafamın karıştığını hissettiğimde alışkanlık gereği alt dudağımı sertçe dişledim. sarhoş oluşumun getirdiği orantısız gücümden olsa gerek biraz sert ısırmış ve dolgun kırmızı dudaklarımda ufak bir yaranın açılmasına sebep olmuştum.
bu ufak yaralanmamın ardından dazai'ın hüzünle gözlerime bakan kahveleri yavaşça dişlediğim dudaklarım ile buluştu. gözlerime bakarken belli belirsiz bir acıyla kavrulan bakışları dudaklarımla buluştuğunda öyle ani bir şekilde değişmişti ki bir süre tepki dahi vermemiştim. gecenin hızlı duygu değişimlerine sarhoş oluşum sayesinde az çok ayak uydurabilsem de bu fazlaydı. yıllarca yoğun bir rekabet hissi duyduğum bu oğlanın gözlerinde ilk defa bu şekilde bir bakış görmek bedenimi ufak çaplı bir paniğin ele geçirmesine sebep olmuştu. seri bir şekilde büyüyen göz bebekleri ve arsızca kızaran yanakları ile avını yakalamak için an kollayan bir avcıdan farksızdı.
kısacık bir süre tanıdım kendime. yıllar süren hırs ve kıskançlığın gözlerime çektiği perdeyi araladığım ve ilk defa kendime karşı dürüst olduğum kısacık bir süre. yanlış veya doğruların olmadığı, sınırlarla belirlenmiş hayatımın dışında özgürce uçabildiğim bir ütopya yarattım ve sordum kendime. eğer burada yaşıyor olsaydım karşımda dudaklarıma bakışlarını dikmiş olan biricik rakibimin hissettirdikleri yine de yanlış gelir miydi?
anın büyüsüyle dişlerimin arasından kurtarmayı unuttuğum dudaklarımı izledi bir süre daha. dağılmış görünüyordu ve ben, nakahara chuuya, ilk defa kalbimde boy gösteren duygulara uyarak karşımdaki oğlanı dudaklarımla toparlamak istemiştim.
"eminim senden çok daha iyi öpüşüyorumdur."
birbirimizin dudaklarına sanki büyülenmiş gibi kilitlendiğimiz sırada söyledikleriyle bakışlarımı gözlerine çıkardım. arzuyla harmanlanmış hırs ikimizi de yakarken sırıttım. benimle oynuyordu.
"her yapamazsın denileni yapacak aptal bir çocuk gibi mi görünüyorum?"
oturduğu yerde arkasında hayali bir duvar varmış gibi geriye yaslandı. kollarını göğsünde kavuşturup, söylediklerime benimkine benzer duygular barındıran yaramaz bir sırıtışla karşılık verdi.
"belki."