Binadan çıktığımda birkaç saniye öylece durdum. Cidden tüm bunları yapmıştım ama peki ya şimdi ne olacaktı? Onu nereye götürecektim?
Kaldığı yer olmazdı çünkü kendini rahat hissetmesini istiyordum, profesörüyle anılarının dolu olduğu bir yerde rahat hissedemezdi. Otel de olmazdı çünkü fazla rahatsız edici olurdu.
Aklıma aile evimiz geldi. Ailem öldüğünden beri oraya ne ben ne de ablam gitmiştik. Kucağımda taşıdığım yakışıklı için gayet güzel bir plandı.
Hâlâ dışarıda duruyorken bu sefer aklıma neyle gideceğ- elbette ki Inhyuk'un arabası.
Araba sürmeyi elbette biliyordum, ablam çok fazla sürmeme izin vermese bile 15 yaşında sürmeye başlamıştım ve şimdi harikulade bir şekilde sürebiliyordum.
Arabaya doğru adımlayıp ön kapıyı açtım. Inhyuk ne düşünüyordu? Anahtarı arabada bırakmış. Tamam biliyorum fazlasıyla zenginsin ama ne bu havalar.
Kucağımdaki yakışıklıya baktım. Çok güzel gözüküyordu. Her neyse başka bir zaman olsa bu güzelliğe bakarak saatlerimi harcardım ama şimdi onun bana ihtiyacı var.
Yavaşça onu koltuğa bıraktım. Güvenlik kemerini de bağladıktan sonra kendime hakim olamayarak elimin tersiyle yüzünü okşadım.
Yüzü öyle yumuşaktı ki bir pamuk misaliydi adeta. Ten rengi her yıl heyecanla beklediğimiz kar tanesine benziyordu.
Gülümseyip elimi geri çekerek geriye adım atıp kapıyı kapattım. Yanındaki sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdım.
Yanımdaki şahesere son bir bakış atıp önüme döndüm ve arabayı sürmeye başladım.
~~~
Yaklaşık on dakika boyunca araba sürdükten sonra cebimdeki telefonun titrediğini fark ettim. Telefonumu titreşime almıştım arabaya bindikten sonra.
Cebimden telefonu çıkarıp baktığımda Jiwoo'nun adıyla karşılaştım. Oradan ayrılalı on beş dakikadan fazla olmuştu ve biri şimdi mi aklına getirmişti her şeyi?
Telefonu açıp sert bir sesle "Evet, ne var?" Dedim.
Yumuşak bir ses tonuyla bana karşılık vererek "Jisuk daha önce aramam gerekti biliyorum ama Subin izin vermedi hiçbirimize. Her neyse Wooin iyi mi?" Dedi.
Açıklaması bile sorularla doluydu.
"Birincisi Subin buna neden izin vermedi? İkincisi Wooin gayet iyi. Bu arada hafta sonunu sizinle geçirmeyeceğiz ablama bunu söylersin."
Dediğimde telefonun diğer ucundan kıkırdama sesi duydum. Sesi takmamaya karar verdim.
"Ah şey Subin ikinizi rahatsız etmememiz gerektiğini söyledi. Önemli değil, Wooin iyi olsun yeter." Diye devam etti sözlerine.
Gülümsedim. Onların Wooin'i bu kadar sevmeleri, ona değer vermeleri hoşuma gitmişti.
Bir dakika. Yanlış yere odaklanmıştım. Bizi rahatsız etmek istememek de ne demek oluyor? Bu çocuklardan kurtulmam lazım bir an önce.
"Her neyse telefonu kapatıyorum. Biz geri dönünceye dek ne beni ne de Wooin'i aramayın. Eğer ecelinizden uzaktaysanız ve ararsanız sizi bizzat ecelinize ulaştırırım."
Deyip cevap dahi beklemeden telefonu yüzlerine kapattım. Onların çok konuşması değildi olay elbette.
Yalnızca Wooin için aramışlardı ve sorularının cevaplarını aldılar.
Yan tarafıma yüzümü çevirdiğim zaman hâlâ uyuyan güzel yüzüne baktım. Ah Tanrım fazla yakışıklıydı bu çocuk. Eğer önüme dönmezsem ikimizin ölümüyle bitecekti bu yolculuk o yüzden önüme dönüp arabayı sürmeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Memory
Teen Fiction"Bu 'özel' anıları anı olarak bırakmayalım o zaman. Bu anıları hep yaşayalım. Eğer seninle ise Jisuk, ben her anıyı yaşamaya hazırım." •Sıkıntıdan yazılmıştır. •İlk Türkçe Wooin-Jisuk fici.