Sabah her zamankinden erken kalkmıştım. Dönüp şifonyerin üstündeki dijital saatime baktım. Evet, fazlasıyla erkenmiş. Saat 05.30 sıklıkla kalktığım bir saat değildi. Hava puslu ve yağmurluydu. En sevdiğim hava olan yağmuru izlerken kahve içmek güzel olacaktı. Yataktan kalkmak için gerilirken vücudumdan gelen kıtlamaları kulak ardı ederek doğruldum. Kalın ve ağır mavi-kahverengi çizgili yorganımı üstümden atarak yerde duran ve kişiliğime fazla uymayan pembe pofuduk terliklerimi giydim. Mutfağa gitmeden lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Soğuk suyun çarpıcı ayıltmasıyla kafamı kaldırıp aynaya baktım. Her zamanki gibi kısa saçlarım geceden topladığımın dışında her şeye benziyordu. Yandan çıkan saçlarımı düzeltmek için saçımı açıp taradım. Eskimiş ve saç dolanmış siyah tokamı temizledim ve saçımı sıktırarak bağladım. Sabahları kahvaltı etmeyi fazla sevmediğimden ilk öğünüm olacak filtre kahvemi ben giyinirken hazır olsun diye demlemeye gidiyordum. Halının kırışıklığı ve yamukluğu simetri takıntısı olan beni bayağı rahatsız etmişti. Telefonumu salondaki şarjdan alarak mutfağa doğru ilerledim. Makinenin kapağını açarak 2 bardak su ve eklemem gereken kahveyi ekleyip sertlik ayarını en sona aldım. Sabahları ayılmak için birebir yöntemim sıcak koyu kahvemi yudumlamaktır. Fişi takıp makineyi çalıştırınca evi hafif bir ses doldurdu. Odama doğru geçip akşamdan hazırladığım kahverengi kumaş pantolonum, beyaz gömleğim ve üstüne giyeceğim kahverengi ekoseli süveterimi askıdan alıp giymeye başladım. Tam altları biraz kararmış beyaz çoraplarımı giyerken mutfaktan bir çıt sesi geldi. Belli ki kahvem olmuştu. Kahvemi yengemin bana yeni yılda aldığı siyah termosa doldururken her gün almam gereken ama benim nadiren almayı hatırladığım çinko ve demir haplarımı bir bardak suyla yutmayı aklıma yerleştirdim. Termosumu kapının yakınına koyarak unutmamı zorlaştırdım. Hazırlanmam fazla uzun sürmese de saat 6 olmuştu bile. Bugün işe gitmek zor olacağa benziyordu. Tam anahtarımı elime alıp çantamı sırtıma takarken bir bildirim sesi geldi telefonumdan. Gerçekten mi? O kadar hazırlıktan sonra evden mi iş yapacaktık. Ben evde çalışırım ve gayet severim ancak şuan tam takır hazırlanmış ve kapıda olan biri için tüm uğraşlarının gereksiz olduğunu hissettirecek cinsten bir haberdi bu. Salonda kırmızı pufumun üstene çantamı atıp çalışma masamın başına geçtim. Bilgisayar açılana kadar gidip pantolonum yerine yumuşacık ve sıcak tutan bordo renkli pijamamı geçirdim. Üstüm herhangi bir acil toplantıya hazırlıklı olarak üstümde kalacaktı. Bilgisayarımın 12 haneli şifresini girdim. Yeterince uzundu. Bilgisayarımın ekranı küçüklükten beri hayranı olduğum bir sinematik evrenden bir büyücünün fotoğrafıyla kaplıydı. Hafif sırıtmama engel olamadım. Zoom'u açtım ve her sabah yaptığımız " Bugün ne yapacağız?" toplantısına hazırlandım. Çok saçma ve hiçbir şekilde kimse de çıkıp demiyor sadece zaman kaybı diye. Termosumdaki sıcak kahveden bir yudum alıp kod uygulamamı açtım. Geçen hafta Cuma günü yarım bıraktığım oyun kodlamama devam edecektim. Çocuklar için aptal oyunlar yapmaktansa bir dil uygulaması yapabilirdim. Ki kimse bilmeden uygulamamın temellerini atmıştım. Sadece Microsoft tarafından gelmesini hedeflediğim onay mailine ihtiyacım vardı. Bilgisayarımın klavyesini bileğime göre ayarlayıp Mario oyununa benzer altın toplamalı ama sadece biraz daha vahşi bir tür olan bu oyunu kodlamaya başladım.
Öğlen paydosumun zamanı gelmişti. Her sıkıcı günüm gibi bugün de boş ve gereksiz bir uğraş içinde geçmişti. İstesem bu saçma oyunu 5 günde rahatça ve hatasız kodlayabilecek olsam bile bulunduğum şirkete güvenmiyordum. Bu işi bitirir bitirmez beni işten çıkaracaklarına emindim. Fazla tecrübeli değildim ve uzun süredir çalışmadığımdan vermeleri gerekecek bir tazminat da birikmemişti. Karamsar düşüncelerimi kenara itip karnımın gurultusunu durdurmaya yönelik bir şeyler düşündüm. Ton balıklı salata, idare eder. Salatam için gerekli malzemeleri sırayla dolaptan çıkarırken göz ucuyla saate bakıyordum. Saatimi kaçırırsam sinirli ve insanları azarlamaktan keyif alan patronum yine söylenmeye başlardı. Hızlıca salatalık ve marulu yıkarken camdan dışarı baktım. Hala sisliydi. Gayet güzel bir hava olmasına karşın dışarı çıkamamıştım. Hayatımın sıkıcılığına bir kere daha lanet okurken bir yandan da doğranmış marul ve salatalığı ton balığını boşalttığım kaba aldım ve karıştırdım. Afiyet olsun bana o zaman.
Fazla uzun bir gündü. Çalışmaktan kahvemin yarısı soğumuş ve dolayısıyla acımıştı. Ben de hüzünlü bir biçimde onu lavaboya dökmek zorunda kalmıştım. Son kez bilgisayarı kapamadan maillerimi kontrol edecektim. Mailim yok herhalde. Gereksiz postalarda belki bulunur bir şeyler bazen buraya da düşüyordu postalar. Ne? Microsoft'tan mail gelmiş. Tek isteğim kabul etmiş olmalarıydı. Postayı titreyen ellerimle açtım ve okumaya başladım.
Sayın Diana Garban,
Bize yapmayı planladığın proje ulaştı. Kısa bir zamandır çalışıyor olsan da yaptığın projeleri beğendik. Uygun bir zamanda ........ adresindeki Microsoft ofimizde seni ağırlamaktan büyük bir onur duyarız.
İyi günler.
Kabul etmişlerdi. KABUL ETMİŞLERDİ. Hayatım değişebilirdi. Belki bir milyoner belki de bir tanındık kişi olabilirdim. Her şey yarın ilk fırsatta gideceğim görüşmeye bağlıydı. Belki erken uyursam gün erken biter.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük hikayeler
General FictionKüçük küçük hikayeler alakasızlar çoğu. Blogspot'ta yazar tarafından "okul" için yazılmış hikayelerin buraya yüklenmiş halidir eğer desteklemek isterseniz https://ecayla.blogspot.com