fourth part: he resembled you the most

486 52 58
                                    

23. yaşımın sonbaharındaydı. Üstüme geçirdiğim kalın kazağım beni ısıtmak için artık yetersiz kalıyorken, evden çıkarken bir ceket almayışımdan ötürü kendime söylenerek yürüyordum. 158. adımımı atmış ve Felix'in evine ulaşmıştım. Birazdan ısınacağım fikriyle alelacele kilidi buldu titreyen ellerimle ittirdiğim anahtarım. Ayakkabılarımı çıkartıp bu küçük evin artık ezbere bildiğim tek odasına girmişken yatakta öylece oturan Felix'i görünce duraksadı adımlarım. Dizlerini karnına çekmiş, kollarını da bacaklarına dolamış öylece pencerenin ardında kalan manzarayı seyrediyordu. Usulca, biraz daha yaklaştım ona doğru. Sol yanağında yayılmış morluğu ancak o zaman fark edebilmiştim. 

"Yüzüne ne oldu senin!" diye yükselen sesim bozmuştu sakin sessizliğini. Bağırışımla oturduğu yerde irkilmiş ve dudaklarında bir şeyler geveliyorken "U-uh, düştüm." diyerek kekelercesine güç bela ancak konuşabilmişti.

"Yalancı! Bu bildiğin yumruk izi." diyerek dikkatle kavradım çenesini. Güzel yüzünde taşıdığı iğrenç morluğu görmek dahi içimde öfkeyle kopan hırçın bir dalgayı savuruyorken "Yumruk değil, tokattı." diyişiyle sakince tutuşumdan kurtardı suratını. Dediğine karşın sinirli bir gülüş için aralandı dudaklarım. 

"O dövmeci şerefsiz mi yaptı bunu? Bu herif nerede yaşıyor!" 

"Ne? Nerede yaşadığını ne yapacaksın?"

Geldiğimden beri o ruhsuz ifadesinde bir duygu kırıntısı görmüştüm sonunda, biraz korku biraz da şaşkınlıkla irileşmiş gözlerini bana dikmiş ve oturduğu yerden doğrularak hesap soruyordu.

"Ne mi yapacağım? Ona dersini vereceğim ki bir daha yanından bile geçemesin." dedim, sımsıkı kapadığım yumruğumu havaya savurmuştum, yüzünü dahi bilmediğim bir adamın suratını dağıtma fikrine tutunmuş sinirle soluklanıyordum.

"Sakın öyle bir şey yapmaya kalkma! Onun bir suçu yok." diye karşı çıktı Felix. Sinirimi körüklemek konusunda oldukça başarılıydı, dişlediğim dudaklarımdan öfkeyle bir küfür savurmuş ve kendimi sakin kalmaya zorluyorken yanına oturmuştum.

"Tehlikede olduğunun farkında mısın şu an? Bu bildiğin şiddet Felix." 

"Chan hyung, hatalı olan bendim inan bana. O sadece... yanlışlıkla vurdu. Zaten sonra aradı da, özür dilemek istediğini sö-"

Beni delirttiğinin farkında dahi değilken o pisliği savunmaya devam edecekti ki, çalan kapının sesiyle bölündü kelimeleri. "O aramada buraya geleceğini de söylemiş miydi bari?" diyerek ondan önce davranarak ayaklanmıştım. Israrla çalan kapıya doğru ilerliyordum ve Felix de koştururcasına peşime düşmüştü ki, bu telaşı gelenin kim olduğundan emin olmam için yeterliydi. "Chan!" diye koluma asılmıştı ben kapıyı açmışken.

"Chan?" 

İlk defa görüyor olduğum bu herifin ağzından adımı duymak durumu daha da tuhaflaştırıyorken hafif dalgalı kahve saçları, kollarındaki dövmeleri ve biraz iri bedeniyle karşımda duran bu adamın konuşmasına fırsat vermek gibi bir niyetim yoktu.

"Bir daha Felix'in evinin önünden geçmeyeceksin, okuluna da uğrama. Arama, mesaj atma, email bile yollama. Tekrar ona yaklaşmak küçük aklından geçmesin, anladıysan şimdi defol."

Yüzünde tek bir ifade dahi barındırmadan, çatılmış kaşları ve benim konuşmamın ardından sürüklendiğimiz bu garip sessizliği bozmaya yeltenen ağzıyla "Seninle hiçbir alakası yokken ilişkimiz hakkında kararlar alabileceğini kim söyledi sana?"

Sinir bozucu bir sakinlikle konuşuyordu, bense onun aksine fazlasıyla öfke doluydum. Hâla kapının kulbunu kavramış olan elimi sıktım, bakışlarım yanı başımdaki Felix'e yönelmişken "O zaman Felix'i dinleyelim." dedim. Söylediğimle yine ürkek bir ifade sarmıştı güzel yüzünü. Bakışları benden kaçınıyorken "Sadece ayrılalım." diye güçsüz bir fısıltıyla konuştu. Bu kadarı bile karşımda dikilmiş yabancının çoktan kabullendiği yenilgisiyle çekip gitmesi için yeterliydi. Apartmanın merdivenlerinde yitip giden bedenini seyrediyorken "Bir problemimiz de böylece çözüldü." diye onun da duymuş olduğundan emin bir gürültüyle seslendim.

Suratımda büyüyen gülüşüme engel olamazken Felix'in "Yanlış olan hiçbir şey yapmamıştı." diyişi dudaklarımdaki tebessümü dehşete düşürmüş ve hemen ardından yok etmişti.

"Nasıl hâla böyle konuşabilirsin? Yani o sen-"

"Çünkü senin adınla inledim, Chan." diyerek böldü sesimi. "Seks yaparken o kadar zevk aldım ki, neredeyse aklımı kaybedecektim ve senin adını söyledim."

Bunun ne anlama geldiğini idrak edemiyordum, düşüncelerimde gezinen ihtimal gerçekçi gelmiyordu. Karşısında tek kelime edemezken sadece o bozguna uğramış aptal suratımla dinliyordum onu.

"Ondan ayrılmak istememiştim, dövmeyi yaptırmayı da bu yüzden kabul ettim. Kahve saçları dalgalıydı, elleri de güzeldi ve vücudu da, iyiydi. Hepsinin içinde seni en çok anımsatan oydu."

Bir yığıntıdan farksız hissettiren vücudum öylece karşısında çakılı kalmışken bir şeyler söyleme çabasıyla kıvrandı dudaklarım ancak ben daha ona uzanamadan "Chan, sadece git." diyişiyle beni de dışarıya sürüklemiş ve küçük bir gürültüyle kapıyı suratıma çarpmıştı.

Tam da şu anda, duvarları sarsılmaz sandığım dostluğumuz dağılıyordu, yıkılıyordu ve bir kargaşaya sebep oluyordu. Gariptir ki, üzgün hissedemedim. Kızgın da değildim. Basit bir şekilde, yalnız merak ediyordum. Bu kapalı kapının ardındaki kişi vücuduna kazınmış ve asla kaybolmayacak bir kelebeğin dövmesine sahipti ve bu, sadece beni anımsatan bir adama tutunmak içindi. Cebimdeki anahtara erişti elim, soğuk metali parmaklarım arasında ezercesine kavramışken bu kapıyı aralayıp ona erişmeyi düşündüm, garip bir heyecanla titriyordu ellerim. Felix'in ince bedenini sıkıca kavrayıp yarattığım bu karmaşayı yalnız böyle basitçe dağıtabilir miydim, o zaman o kelebek kanatlarını nasıl çırpardı? Düşünmeden edemedim.

Çoktan kararımı vermiştim, adımlarım az önce beni terk etmeye zorladığı evin içine düşmüştü. Sessizce ilerliyorken banyodan gelen suyun sesini işittim. Onu tüm çıplaklığıyla sıcak suyun altında hayal edince beni boğarcasına bir soluk düğümlendi boğazımda. Alnımı banyonun kapısına yaslamış ve gözlerimi kapamışken güçsüz bir iki vuruşla tıklattım kapıyı. Akan suyun sesi azaldığında beni duymuş olduğundan emindim, aceleci davranmadan girdim içeri oysa ki tam aksi bir telaşa sürüklenmiş bedenim titriyordu. Göğsümde bu zamana değin ilk defa hissettiğim bir sancı vardı, ona doğru birkaç adım attım. Bana ardını dönmüş, hissettiği varlığıma rağmen akan suyun altında öylece dikilmeye devam etmişti. Belindeki dövme loş ışığın altında takıldı gözlerime, ellerim benden habersiz uzandı tenine ve parmaklarım kelebeğin kanatlarına dokununca küçük bir titremeyle sarsıldı bedenim. Daha fazla düşünmedim, ıslanacak oluşumu umursamadan sıkıca kavradım bedenini. Onu göğsüme çekmiş ve kollarımı çıplak vücuduna dolamışken başımı omzuna yasladım.

"Bir daha, bir başkasında beni arama sakın." diye kulağına fısıldadım. Başını ardına yatırmış, baygın bakışları ve biraz da kızarmış gözleriyle beni seyrediyordu. "Çünkü ben buradayım." dedim, bir şeyler söylemek için aralanmış ağzını dudaklarımla kapamıştım. Üstümüze yağarcasına dökülen suyun altında sırılsıklam oluyorken onu çaresizce öpmekten başka hiçbir şey yapamadım.


***

the end... normalde kapıda kaldığı yerde bitiyordu ama öyle çok havada bir son olur diye düşündüm biraz daha devam ettirmek istedim. belki bi part da ben yazarım ama emin değilim ㅠㅠ

butterfly effect | chanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin