-2-

41 3 1
                                    

Düşerken başımı çarpmamıştım, bu iyiydi. Fakat nerede olduğumu bilmiyordum. Az önce atladığım. Yerdeymişim gibi hissediyordum. Fakat etrafımdaki binalar yok olmuş, yerlerini çumlar* almıştı. İnsanlar kaybolmuş, yerlerini hayvanlar almıştı.
Acaba ölmüş müydüm? Ölümden sonra böyle bir yere mi gidiyorduk, ölümden sonrası böyle bir yer miydi? Hayır, bunları düşünmek istemiyordum.
Sanki aynı yerde fakat farklı zamandaymış gibi hissediyordum, ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Beyaz ışığın bunda kesinlikle bir etkisi olmalıydı.
Beklemenin bana bir yararı olmayacağını biliyordum. Çumlardan birine girip insanlara nerede, hangi zamanda olduğumu sormam lazımdı. Tabii eğer aynı dili konuşuyorsak...
En büyük çumu seçtim. Çünkü büyük ihtimalle buranın reisi, başkanı, ya da her neyse o kişi bu çadırda olmalıydı.
Çuma girdim, çumda güzel bir koku hakimdi. Yerdeki halılar, tördeki** sedirler, çadırın ortasındaki ocak ve ocakta pişen yemek, çok güzel bir görüntü oluşturuyordu. Törde oturan bıyıklı, sakallı adam, bana bakıyordu. Sağımda kadınların kendi aralarında konuştuğunu gördüm. İçlerinden biri bana bakıp kıkırdadı.
Reis, ya da en azından reis olduğunu tahmin ettiğim adam, "Adın nedir yabancı?" diye sordu. Günümüz Türkçe'sini konuşmaları beni şaşırttı.
Kekeleyerek "Fatih" dedim. Adam arkasına yaslandı. "Buraya ne amaçla geldin Fatih?" dedi. Korkuyordum, fakat onlara buraya nasıl geldiğimi anlatamazdım, anlatsam da inanmazlardı. Ben de o anda aklıma gelen ilk yalanı söyleyiverdim; "Ulusum talan oldu, çumlarımızı yakıp yıktılar, tek kaçabilen ben oldum." dedim.
Söylediklerimden pek etkilenmişe benzemiyorlardı. Fakat yeni gelen sakallı adam ,bu daha gençti, dikkattleri üstüne çekmişti. Adam geldi ve nefes nefese "Yakınlarda..." dedi, nefes almak için duraklayıp devam etti. "Çin saldırısı..."
Adam yere yıkıldı, sırtına yediği ok onu öldürmüştü.
Reis, sakallı adam, yanındaki adamla konuştu, kısık sesle konuştukları için pek bir şey duyamıyordum. Fakat ikide bir yerde yatan adama baktıklarından, ne hakkında konuştuklarını tahmin edebiliyordum.
Adam, "Bana Akçakoca*** derler, yanımdaki bu adam, benim oğlum. Adı Akbatu****. Ulusun için üzgünüz ve sana yardım edebiliriz. Fakat bunun için bizimle savaşman, bizimle birlikte olabileceğini kanıtlaman lazım. Kabul ediyor musun?" dedi. Ne yazık ki fazla seçeneğim yoktu, kabul etmek zorunda kaldım.
Akçakoca memnun olmuşa benziyordu. Oğlu Akbatu içinse aynı şeyi söyleyemezdim. Hayatımda bu kadar mutsuz bir insan gördüğümü hatırlamıyordum. Fakat anlaşılan Çin'e karşı savaşacak her insana ihtiyaçları vardı.
Çumdan çıktım, insanlar çadırlardan çıkmışlardı, herkes neler olacak diye, büyük bir korkuyla Akçakoca'nın çumuna bakıyordu. Akçakoca ve oğlu Akbatu çadırdan çıkmamıştı, büyük ihtimalle zırhlarını, veya kendilerini korumak adına ne kullanacaklarda onları giyinip, kılıç kuşanacaklardı.
Birkaç dakika bekledikten sonra dışarı çıktılar, ikisi de güzel zırhlara bürünmüş, güzel kınlı kılıçlar kuşanmıştı. Akçabatu diğerleriyle konuşmak için onları çumuna çağırırken, Akbatu üstüme doğru gelmeye başladı, ilk başta olacaklardan korktuysam da elindeki zırh ve kınındaki kılıçlar beni rahatlatmıştı. Bana da savaşmam için bir zırh verecekleri anlamına geliyor olmalıydı bu.
Akbatu yanıma geldi, zırhı ve kılıcı önüme bıraktı, daha sonra yüzüme bile bakmadan geri döndü. Birkaç saniye sonra arkasına baktı, zırha boş boş baktığımı görmüş olacak ki "Nasıl kuşanılacağını biliyor musun?" dedi. Korksam da hayır dedim, zırhı üstümde görmeyince herkesin bana bakmasından daha iyiydi. Akbatu homurdansa da yanıma geldi, zırhı kaldırıp bana giydirmeye başladı. Bir dakika geçmeden hazır olmuştum, artık savaşmaya hazırdım. Akbatu babasının ve arkadaşlarının yanına giderken ben de ne yapacağımı bilemeden orada bekledim.
Birkaç dakika sonra çadırdan bir adam gelmemi işaret etti, ben de çadıra doğru koşmaya başladım.
Tümsekten zıpladım, sonra o beyaz ışığı tekrar gördüm, gözlerim tekrar acıdı ve vücudum tekrar hareket ettiremez hale geldi.
Adamlardan kaçarken atladığım yerdeydim, yerde yatıyordum.
Hareket etmeliymişim gibi hissediyordum. Fakat hareket edecek enerjim yoktu.
Her şeye rağmen mutluydum. Eve geri dönmüştüm, adamlardan kurtulmuştum, ayrıca yeni bir zırhım ve kılıcım olmuştu. Fakat ya oraya tekrar dönecek olursam diye de düşünmeden edemiyordum. Savaş esnasında yok olmuştum, üstelik zırhı ve kılıcı da alıp. Oraya dönersem bu sefer bana iyi gözle bakılmayacağını biliyordum. Hatta belki orada bana iyi gözle bakabilecek tüm Türk'ler ölmüştü. Bilmiyordum. Sadece uyumak istiyordum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 14, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

GeçmişteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin